Naimi’nin "Fezail-i Kuds" isimli eserinde KUDÜS SU YOLLARI Cihan Okuyucu Fezail türü hakkında genel bilgi: Dini önemine uygun olarak klasik edebiyatımızda konusu Kudüs olan çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bu eserlerin bir kısmı fezail türündedir. Kur'an ve hadislerde anılan, ashab ve tabiin sözlerinde zikredilen, bazı peygamberlerin veya sahabilerin yaşadığı yahut önemli şahsiyetterin yetişmiş olduğu şehirleri bu faziletleriyle ele alan kitaplara fezail denilir. [1] Kudüs'ün fazileti hakkında yazılan Arapça kitaplara örnek olarak Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzi'nin Fezailü'l -Kuds'ü ile Mescid-i Aksa ve onun fazileti hakkında Minhaci’nin kaleme aldığı (ö. 880/ 1475-76) İthafü'l-ahissa bi-fezaili Mescidi'l-Aksa [2] sayılabilir. Bu Arapça kaynakların daha sonra kaleme alınacak bazı Türkçe eserlere de ilham kaynağı olduğu görülür. Kudüs’ün Osmanlı idaresine girmeden önceki Türkçe kaynaklarda daha çok şehrin mukaddes mekanları tavsif edilirken fetih sonrasına ait eserlerde şehirdeki Osmanlı yapılarına da yer verildiği görülür. Biz de aşağıda bu tür eserlerden biri olan Naimi’nin Fezail-i Kuds isimli eserinde anlatılan Kudüs’e su getirilmesi bahsini ele alacağız. Ancak ondan önce bu türdeki diğer bazı eserleri de kaydetmekte fayda görüyoruz. Bazen tercüme bazen telif tarzındaki bu tür Türkçe eserlerin ilki 13.yy. şairlerinden Ahmet Fakih’in Kitabu Evsaf-ı Mesacid-i Şerife isimli mesnevisidir. Daha sonraki eserlerden de; Muhammed Yemeni’nin, Fezail-i Mekke Medine ve Kudüs’ü; İbrahim b. Bali’nin Hikmetname’si; Ebu’l-Fazl es-Seyyid Alâüddin’in Cevâmi’u’l-Fezâil fî Mesâcidi’l-Kabâil’i; Hıfzi’nin, Tarih u Fezail-i Kuds-i Şerif’i; Lamii Osman Çelebi’nin Tarih-i Kuds-i Şerif’ini; Yusuf Sivrihisari’nin Mevhub-ı mahbub’unu ve nihayet eserinin 9. cildinde Küdüs’e de geniş yer ayıran Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesini sayabiliriz. Çeşmecizade Ni‘metullah Çelebi’nin eserinde Kudüs su yolları: Yavuz Sultan Selim’in Mercidâbık'ta Memlükler'e karşı kazandığı zaferle ele geçirdiği Kudüs 1831-1840 yıllarında gerçekleşen Kavalalı Mehmed Ali Paşa dönemi hariç Ekim 1516’dan Aralık 1917'ye kadar yaklaşık dört asır Osmanlı idaresinde kalmıştır. Osmanlı Devleti manevi değerine uygun olarak Kudüs'te birçok imar faaliyeti gerçekleştirdi. Kubbetü's-Sahra'nin restorasyonu, bugün hâlâ ayakta olan surların inşası, Beytülahm ve Halîlürrah-mân'dan Kudüs'e su getiren kanalların tamiri, Hürrem Sultan'ın cami, medrese, han, ribât ve imaretten oluşan külliyesi Kudüs'teki Osmanlı eserlerinin önde gelenlerindendir. Kudüs su yolları hakkında kaynak olarak kullandığımız Naimi mahlasıyla bilinen Çeşmecizade Ni‘metullah Çelebi’nin(ö.1567) “Fezâyil-i Kuds”ü Menderes Velioğlu tarafından yayınlanmıştır.(Türkiye Yazmalar Kurumu, 2017 eserde verilen bilgilere göre Naimi, Kanuni Sultan Süleyman’ın Kudüs’te gerçekleştirdiği imar faaliyetlerine, kâtiplik vazifesiyle nezaret etmiştir. |
Naimi’nin eseri bilhassa Kanuni devri imar faaliyetleri ve Kudüs su yolları konusunda içerdiği birinci elden bilgiler bakımından değerlidir. Naimi’nin tam olarak ne zaman Kudüs’te bulunduğu bilinmemekle birlikte eserinde verdiği Kudüs surlarıyla ilgili bilgilerden H.944-948 (yaklaşık:1537-42) tarihleri arasında orada bulunduğu kesindir. Kanuni’nin Kudüs’ü imar için gönderdiği kafilenin katiplik görevini deruhte eden Naimi bilahere intibalarını mesnevi tarzında kaleme almıştır. Eserin 47b-57a. arasındaki yaklaşık 10 varaklık kısmı da Kudüs su yollarına tahsis edilmiştir. Biz de bu bölümde yer alan bahisleri özetleyerek vermek istiyoruz. Naimi’nin adını vermeden “üstad” diye andığı ancak diğer bazı kaynaklara göre Lala Mustafa Paşa olan imar görevlisi Kudüs’te yaptığı ilk araştırmada şehrin en acil ihtiyacının su olduğunu görür ve çareler arar. Yerlilerden iki günlük mesafedeki dağda birçok su kaynağı bulunduğu ve bu suların İsrailoğulları zamanında şehre kadar getirildiğini öğrenen “Üstad” durumdan Kanuni Sultan Süleyman’ı haberdar eder. Kanuni de su getirme fikrini benimser ve şu emri verir:
Evvela ana su götürsünler Ol binaya hemen el ursunlar
Demesinler ki çok hazine gider Bir içim suyu bin hazine değer
Bu emir üzerine Üstad yanına Naimi’yi de alarak bahsi geçen dağdaki su kaynaklarını teftişe gider ve gerçekten kâfi miktarda leziz su kaynakları bulunduğunu görür. Naimi, tespit edilen su kaynaklarının adını da veriyor: Ayn-ı A’tan, Ayn-ı Ferruc, ve Ayn-ı Salih. Şair her birinin lezzeti hakkında abartılı övgülerde bulunuyor. Birkaç örnek:
Gelelim imdi Ayn-ı Atan’a Ki verir vasfı yüz safa cana
Nuşu âb-ı hayata meşreptir Erdiği hastaya mücerreptir
Ayn-ı Ferrucu seyreden âdem Komadı canda gussa dilde elem
Ger yüze gelse çeşme-i hayvan Der idim aynıdır anın bu heman
Ayn-ı Salih gibi kanı bir su Ki ola dil-pezir ü hem dil-cu
Bir acep taş içindedir başı Çeşm-i aşık gibi akar yaşı
Anadolu ve Şam’dan getirilen ustalar temeli atarlar ve çalışmalar başlar. Taş işçileri dağı delerler, diğerleri su yollarını kazar künk döşerler ve suyu akıtırlar. Suyun akmasıyla her taraf yeşerir ve vadi çimen denizine döner;
Künge alıp heman su yolcuları Kaptılar suyu kaçtılar ileri
Her ne vadiye kim revan oldu Gül gibi güldü gülüstan oldu
Öyle bitti ekinleri guya Mevc ururdu bir yeşil derya
Su, yol üzerinde Hz. İsa’nın doğum yeri olan Beytüllahim’e ulaşınca yörede yaşayanların talebi üzerine oraya da biri insanlar diğeri hayvanlar için iki tane havuz yapılır:
Cem olup cümle halkı o l kuyun Talibi dahi ragıbı suyun
Dediler geldi su mekanımıza Hak bilir su sepildi canımıza
Bir keremdir ki etmiş ol server Yok mudur bize de hakk-ı nazar
Gördüler var taleplerinde savab Verdiler istedikleri kadar âb
Naimî su yolu açma çalışmaları esnasında yaşanan zorluklar ve bunların nasıl aşıldığı ile ilgili bazı teknik bilgileri de vermektedir. Buna göre su yolu bir dağa tesadüf eder. Dağın içinden 80 arşın derinliğinde su kuyuları açılır, çarklarla molozlar çekilip atıldıktan sonra kuyular kanallarla birbirine bağlanarak büyük zahmetlerle suyun yoluna devam etmesi sağlanır. Kudüs’e yakın yerde büyük bir gölet boşluğu vardır. Su orayı doldurur ve insanlar bunu seyretmeye gelir, gölde yüzerler:
Birke âb-ı revanla doldu tamam Seyrine çıktı nice serv-i hıram
Şehrin ey nice sim-ten mâhı Atılırdı içine san mâhî
Su yüzünde yüzerdi her mehveş Nilgûn-ı âsümanda sanki güneş
Halilürrahman tarafına da bir çeşme yaptıktan sonra su nihayet uğurlu bir vakitte şehre ulaşır ve ortalık bayram yerine döner. Naimi, daha sonra şehirde yapılan çeşmeler ve sadırvanlar hakkında bilgiler vermektedir. Buna göre Aksatullah ile Sahratullah arasında inşa edilen çeşmelerin isimleri şöyledir: Çeşme-i bab-ı hutta, Çeşme-i bab-ı silsile, Çeşme-i hammamü’l-Ayn ve Çeşme-i bahr-ı nâzır. Her birini ayrı ayrı öven şairin övgülerinden birkaç örnek beyitle yazımızı bitirelim:
Tak mı bu meh-i mukavves mi Kavs burcu mu ya mukarnas mı
Şemse midir bu yoksa şemse-i mihr Bu kemer mi yahut hilal-i sipihr
Tak-ı gerduna tan eder kemerin Şemse-i şemse dahi şemselerin
Her gece encüm ey imaret-i hayr Göz açıp subha dek eder seni seyr
Beyt-i makdisde demezen amma Dahi mislin getirmedi dünya.
Mealen: Bu, çeşmenin tâkı mıdır yoksa kavisli hilal mi? Bu, yay burcu mu yoksa mukarnas mı? Bu, çeşmenin süsü olan şemse mi yoksa göğün güneşi mi? Bu, çeşmenin kemeri mi, yoksa gökteki hilal mi? Ey hayırlı yapı, her gece yıldızlar gözlerini açar da sabaha kadar hayranlıkla seni seyrederler. Sadece Beyt-i Makdis’de değil bütün dünyada senin bir benzerin yok.
[1] M.Yaşar Kandemir, Fezail, DİA, 529-31
[2] nşr. Ahmed Ramazan Ahmed, 1-11, Kahire 1982