Büşra Yılmaz
İslam’ın Adaletli Halifesi
Hz. Ebu Bekir(ra) vefat edeceğini anladığında, Hz. Ömer'i(ra) halife seçmek istediğini açıklayarak bazı sahabelerle istişarelerde bulunmuştu. Herkes, Hattab’ın oğlu Ömer’in fazilet ve üstünlüğünü kabul etmekle beraber, onu bu iş için biraz sert mizaçlı buluyordu.
Bazı sahabeler şöyle söyledi:
-"Rabbin seni Ömer'i halife tayin ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir kimsedir."
Hz. Ebu Bekir(ra) cevap verdi:
-"Derim ki: Allah'ım! Kullarının en iyisini onlara halife yaptım."
Sonra da Hz. Osman'ı(ra) çağırarak bir kâğıda Hz. Ömer'i(ra) halife tayin ettiğini yazdırdı. Kâğıt katlanıp mühürlendikten sonra, Hz. Osman(ra) dışarı çıkarak insanlardan kâğıtta yazılı olan kimseye biat edilmesini istedi. Oradakilerin biat etmesiyle, Hz. Ömer (ra) II. Halife olarak ilan edilmiş oldu.
Hz. Ömer'in(ra), üzerinde titizlikle durduğu en önemli konu adâlet meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir köle ile efendisi arasında bir fark yoktur. O, her tarafta adâletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köşelerindeki durumlardan zamanında haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalışırdı.
Bir gün Hz. Ali(ra) Hz. Ömer'i(ra) ziyarete gitmiş; onu, elbisesinin eteklerini beline sıkıştırmış halde koşar bir vaziyette bulunca sormuş:
-Hz.Ali(ra): " Ya Emirü'l Mü’minin - nereye gidiyorsun?"
-Hz. Ömer(ra): "Ya Ali! Gel de kovalamaya katıl. Devlete ait bir deve kaçtı. Bu malda kaç kişinin hakkı olduğunu biliyorsun"
-Hz.Ali(ra):“Neden deveyi yakalamak için bir köleyi görevlendirmiyorsun Ey Ömer?(ra)
-Hz. Ömer(ra): "Benden daha iyi köle kimmiş?"
-Hz. Ali(ra): "İnan ki, senden sonra bu milleti idare edecek olanlara ağır bir yük bırakıyorsun! Herkes senin yaptığını yapamaz!"
Hz. Ömer(ra) bunun üzerine şöyle konuştu:
-"Muhammed Aleyhisselam’ı(sav) hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir kurt bir koyunu kapsa korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer'den sorulur!"
Adil bir yönetim ancak insanların günlük yaşamlarından ayrılmadan ve arasındaki bağı koparmadan kurulabilirdi. Hz. Ömer'e(ra) “Adil” sıfatını kazandıran, adaleti gözeterek İslam'ı yeryüzüne hâkim kılmaya kendisini adamış olmasıdır.
Hz. Ömer(ra) halifelik yıllarında insanların, dertlerini uzakta olmaları sebebiyle kendisine ulaştıramadıklarından endişe ederdi. Bu yüzden sık sık Medine’den uzak bölgelere seyahat ederek orada yaşayan insanların durumunu yakından incelerdi.
Hz. Ömer(ra) halifelik yıllarında yine böyle bir niyet üzerine Eslem ile birlikte Medine’nin dışında kalan Harra taraflarına yolculuğa çıkar. Seyahatleri esnasında ışık yanan bir yer görür.
Hz. Ömer(ra) Eslem'e dönerek:
-"Şurada, gecenin ve soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi, onların yanına gidelim." dedi.
Ev halkının yanına vardıklarında bir kadının iki çocuğuyla birlikte üzerinde tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken görür. Hz. Ömer(ra) onlara:
-"Işıklı aileye selâm olsun." dedi.
Kadın Hz. Ömer’in(ra) selamını aldıktan sonra, Hz. Ömer(ra) yanlarına yaklaşmak için izin alır. Ardından kadına, yanındaki çocukların neden ağladıklarını sorar.
Kadın, karınlarının aç olduğunu söyleyince, Hz. Ömer(ra) merakla tencerede ne pişirdiğini sorar. Kadın; tencerede su bulunduğunu, çocukları “yemek pişiyor “diye avuttuğunu söyler. Ardından şunları ekler:
-"Allah bunu Ömer'den elbette soracaktır."
Hz. Ömer(ra), kadına dönerek:
-"Ömer bu durumu nereden bilsin ki?" der.
Kadın cevap verir:
-"Madem bilemeyecekti ve unutacaktı, neden halife oldu?"
Hz. Ömer(ra) bu cevap karşısında irkilerek Eslem ile birlikte doğruca erzak deposuna gider. Doldurdukları yiyecek çuvalını Eslem taşımak istese de Hz. Ömer(ra) müsaade etmez.
-"Kıyamet gününde benim yüküme ortak olacak değilsin. Onun için bırak da yükümü kendim taşıyayım," diyen Hz. Ömer(ra) buna izin vermez.
Çuvalı omuzuna alır ve kadının bulunduğu yere götürür. Orada bizzat yemeği Hz. Ömer(ra) hazırlayıp pişirir ve ev halkını doyurur.
Hz. Ömer(ra) oradan ayrılırken, kadın:
-"Siz bu işe Ömer'den daha layıksınız." der.
Hz. Ömer (ra):
-"Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun." der.
Hz. Ömer(ra) kendisini adalet ile İslam’ı yaymaya adamıştır.
Bu öyle bir adayıştır ki, kendisini sert mizacıyla tanıyan ve halifeliğe uygun görmeyen herkesin ithamlarının aksine, adaletli, merhametli ve tebliğ dolu bir yönetim kurmuştur.
Peki nasıl?
Mekke’nin hiddetli genci iken; Onu Medine’nin, adaletli, asaletli ve şefkatli sahabesi yapan güç ne idi?
Mü’minlerin Emiri iken, onu sırf anahtar almak için yollara düşüren güç ne idi?
Mekke’nin Hiddetli Genci
Hz. Ömer(ra) cahiliye döneminde Mekke halkının bir ferdiydi. Mekke şehir devletinin elçilik görevi Hattab’ın oğlu Ömer’de idi. O dönemler bir savaş çıktığında düşman safına elçi olarak Hz. Ömer(ra) gönderilir ve getirdiği bilgilere göre hareket edilirdi. Kabileler arasında anlaşmazlık çıktığında ise çözüm için Hz. Ömer’in(ra) görüşü alınır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı.
Peki, onu Hattab’ın oğlu Ömer iken, Hz. Ömer(ra) yapan ne idi?
Tüm Mekke eşrafı “Mekke’nin en hiddetli genci Hattab’ın oğlu Ömer’dir!” der ve herkes ondan çekinirdi. Hz. Ömer’in(ra) bulunduğu bir topluluğun bireyleri, kendinden emin hissederdi. Peki, Hz. Ömer(ra) aralarında iken kendinden emin hisseden topluluğun, ne oldu da korkulu rüyası oldu?
Hz. Ömer(ra), inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınırdı. O, Müslüman olmadan önce İslam’a karşı duranların arasında yer alarak, ilk iman edenlere karşı sert muamele etmiştir. Yine bir gün Mekkeli müşrikler Dâru’n-Nedve’de buluşup, tevhid dinine iman edenlerin önünü nasıl keseceklerini konuşuyorlardı. İçlerinden biri, tevhid dininin öncüsü olan Muhammed Aleyhisselam’ı(sav) öldürme fikrinin bu hadiseyi kökten bitireceği fikrini öne sürer. Yine içlerinden biri; “Bu işi ancak Hattab’ın oğlu Ömer yapar!” der.
Hz. Ömer(ra), Mekke eşrafının dedelerinin putperest dinini inkâr eden ve yüzyıllardır taptıkları putlardan yüz çevirmeye çağıran, peygamber olduğunu duyuran Hz. Muhammed Mustafa’yı(sav) öldürmenin kesin sonuç vereceğine inanır.
Hiddetiyle ve inandığı şeyi şiddetle yapmasıyla bilinen Hz. Ömer(ra), Dâru’n-Nedve’den çıkarak evine gitti. Rasulallah’ı(sav) öldürmek için kılıcını kuşandı ve atına binerek yola çıkar. Rasulallah(sav) ise İbn-i Erkam’ın Safa Tepesi’nde bulunan evinde İslam’ı kabul eden Mekkelilerle gizlice toplanmış, onlara tebliğ ediyordu.
Hz. Ömer(ra) atına binmiş, kılıcını kuşanmış, bir hışımla Rasulallah’ın(sav) yanına doğru giderken, yolda, Müslüman olan Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı. Nuaym, Hz. Ömer’i(ra) böyle öfkeli görünce sormak istedi.
Nuaym b. Abdullah:
-Nereye ya Ömer?”
Hz. Ömer(ra):
-“Kureyş'in arasına ayrılık düşüren Muhammed'in(sav) vücudunu ortadan kaldırmaya gidiyorum!”
Nuaym b. Abdullah:
-“Ya Ömer! Sen onu bırak, önce ev halkına, aile efradına dön bir bak. Kız kardeşin Fâtıma ve eşi Said bin Zeyd Müslüman olup, Muhammed'in(sav) dinine tâbi oldular. Git, önce onlarla uğraş!"
Daha fazla hiddetlenen Hz. Ömer(ra) bir hışımla yönünü kız kardeşinin evine çevirir. Vardığında ise içeriden gelen Kur’an seslerini işiten Hz. Ömer’in(ra) içindeki öfkesi daha da artar. Kapıya hiddetiyle vurmasından, gelenin Hz. Ömer(ra) olduğunu anlayan ev halkı direkt Kur’an sahifelerini saklar.
İçeri giren Hz. Ömer(ra) hiddetiyle bağırır:
-“O okuduğunuz şey nedir?"
Eniştesi Said bin Zeyd, telaş ve heyecan dolu ifadelerle “Sadece aramızda konuşuyorduk," cevabını verince, Hz. Ömer'in(ra) öfke ve hiddeti artar. Öfkesine engel olamayan Hz. Ömer(ra), eniştesinin yakasına yapışarak "Demek duyduklarım doğru imiş; siz de Muhammed'in dinine girdiniz öyle mi?" der ve eniştesini yere çarpar. Kız kardeşi Fâtıma, eşini kurtarmaya yeltenirken abisi Hz. Ömer’den(ra) sert bir tokat yer. Aldığı darbe sonucunda burnundan kan gelse de imanının verdiği güç ile öfkeli Hz. Ömer’in(ra) karşısına dikilir.
-“Elinden geleni yap, ey Ömer! Ben ve kocam artık Müslümanız. Allah ve Resulüne iman ettik,” diye haykırır. Ardından Kelime-i Şehadet getirince, ortalık bir anda şehadet kelimelerinin azamet ve haşyetine bürünür. Olay karşısında Hz. Ömer(ra) birden durulup düşünmeye başlar. Burnundan kan gelene kadar darp ettiği kız kardeşi, öfkesinin karşısında dahi başkaldırmış ve davasını haykırmaktan geri durmamıştı.
Hz. Ömer(ra), duruma şaşırır. Kalbindeki tuhaf duygulara isim veremeyen Hz. Ömer(ra) daha fazla ayakta duramaz ve yere oturur. Ortamın büründüğü sessizlikte kendini dinler. Bu hiddeti, bu öfkeyi, bu hışmı nasıl olurda bir kelimenin giderebildiğini düşünür. Ardından kız kardeşi Fâtıma’ya der ki:
-"Hele getirin şu okuduklarınızı. Getirin de Muhammed'e(sav) gelen şey ne imiş göreyim,"
Fâtıma’nın, abisinin mübarek Kur’an sahifelerine hakaret edebileceğinden tereddüt ettiğini fark eden Hz. Ömer(ra); "Korkmayın," der. Az sonra okuyacağı ayetlerin kalbine tesir edeceğinden habersizdir Hz. Ömer(ra)…
"Tâ hâ. (Ey Muhammed(sav)!) Biz Kur'an'ı sana meşakkat çekmen için indirmedik. Onu, Allah'tan korkan kimse için bir öğüt olarak indirdik. O, yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir. Rahmân, arşa kurulmuştur. Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey, yalnızca O'nundur. Sen sözü açığa vursan da, gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da. Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. En güzel isimler O'nundur." (TÂHÂ/1.-8.)
Hz. Ömer(ra) hem okuyor, hem de okudukları üzerinde düşünüyordu. Kur'an’ı Kerim’in kalbine dokunmasıyla, ruhuna tesir etmesiyle yumuşamıştı Hz. Ömer(ra). Sanki biraz önce kılıcını kınından çıkarıp Rasulallah’ın(sav) vücudunu ortadan kaldırmaya giden Ömer kendisi değildi. Kalbindeki katılık, yüzündeki öfke yok oluyordu. Surenin; “Şüphe yok ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.” (TÂHÂ/14.) ayetini okur.
Ardından Hz. Ömer(ra) haykırır: “Bunları her kim söylüyorsa, ondan başkasına tapılmamalıdır!"
Hz. Ömer'in(ra) Rasulallah(sav) ve İslâmiyet aleyhindeki düşünceleri tamamen aksine dönmüştü. Bir an evvel Resulallah’ın(sav) huzuruna varıp, hidayet nuruyla kucaklaşmak isteyen Hz. Ömer(ra) "Rasulallah şimdi nerededir?" diye sordu. Efendimizin(sav), ashabından bazılarıyla İbn Erkam’ın evinde olduğunu öğrenince derhal yola koyulur. Kapı önünde bekleyen müminlerden biri Hz. Ömer’in(ra) belinde kılıcıyla geldiğini içeridekilere haber verir. İçeride olan Hz. Hamza(ra) elini kılıcının kabzasına atar ve konuşmaya başlar:
-"Bırakın gelsin. Korkulacak ne var? Eğer hayırlı bir maksatla gelmişse, kendisini hayırla ağırlarız. Eğer kötü bir niyetle gelmişse, onu kendi kılıcıyla hallederiz."
Fahr-i Kâinat Efendimiz’in(sav) yüzünde tebessümler belirir. Çünkü Hz. Ömer'in(ra) gönlünün hidayet nuruyla aydınlandığını biliyordu. Yüzünde bir endişe bile belirmeden söze başlar Efendimiz(sav):
-“Telaş edilecek bir şey yok, bırakın gelsin. Eğer, Allah, onun hayrını murad ettiyse, kendisini doğru yola iletir."
Bu emir üzerine kapı açılır ve kapı önünde bekleyen Ömer’in gözlerinde öfke değil, muhabbet ışığı vardır. Az önce Kur’ân-ı Kerim’in tesiri altında kalan Hz. Ömer(ra), şimdi ise Rasulallah’ın(sav) manevi heybetinin tesiri altındaydı.
Rasulallah(sav) sorar:
-"Ne için geldin, ey Hattab'ın oğlu Ömer?"
Hz. Ömer(ra) cevap verir:
-"Allah ve Rasulüne ve onun Allah'tan getirdiklerine iman etmek için geldim!"
Resulallah(sav) Hz. Ömer’in(ra) kılıcının bağından tutar ve şunları söyler:
-"Allah'ım, bu Hattab’ın oğlu Ömer'dir. Allah'ım, İslâm dinini Hattab oğlu Ömer'le kuvvetlendir."
Rasulallah’ın(sav) önünde diz çöken Hz.Ömer(ra) kelime-i şehadet getirerek Müslüman olur.
Hz. Ömer(ra) benliğini kuşatan imanın verdiği heyecanla, küfre karşı açık ve net bir şekilde, hiç bir tehdide aldırış etmeden mücadele eder. Müşrikler, Hz. Ömer’in(ra) hiddetini, şiddetini ve kararlılığını eskiden beri bildikleri için ona karşı gelmeye cesaret edemezler.
Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca tepkiden dolayı Müslümanlar, Beytullah'a gidip namaz kılamıyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardı. Önce Hz. Hamza'nın(ra), sonra da Hz. Ömer'in(ra) Müslüman oluşu, Müslümanlara moral olurken cesaret de vermişti. Aralarında bulunan Hz. Hamza(ra) ve Hz. Ömer’den(ra) cesaret, imanlarından ise güç alan Müslümanlar; önde Rasulallah(sav), sağında Hz. Ömer(ra), solunda Hz. Hamza(ra), ardında diğer sahabeler İbn Erkam’ın evinden çıkarak Kâbe'ye vakur adımlarla yürüdü…
Rasulallah’ın başını bekleyen müşrikler, bu manzara karşısında şaşırır. Şaşkın ve korkak bakışlarla bir Hz. Ömer'e(ra), bir Hz. Hamza'ya(ra) bakarlar. Aralarından biri cesaretini toplayarak “Ey Ömer, arkanda ne var, ne ile geldin?" diye sorunca Hz. Ömer(ra):
-"Lâ ilâhe İllâllah, Muhammedü'r-Rasulallah ile geldim," dedi ve ilâve etti;
"Kimse yerinden kımıldamasın, yoksa boynunu vururum."
Hz. Ömer(ra) müşriklerin Müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı ve bir avuç Müslümanla birlikte herkesin gözü önünde Beytullah'ta namaza durdu. Onun bu şekilde saflarına katılması Müslümanlara büyük bir moral vermişti. Abdullah İbn Mes'ud'un; "Ömer'in Müslüman oluşu bir fetihti."sözü bunu açıkça ortaya koymaktadır…
Hz. Ömer(ra) kırkıncı Müslüman’dır.
Müslüman olduktan sonra sürekli Rasulallah’ın(sav) yanında bulunmuş, onu korumak için elinden gelen gayreti göstermiştir. O, iman ettikten sonra müşriklere karşı çok sert davranmış ve dinini her ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmuştur. Hz. Ömer(ra) Rasulallah’ın(sav) tevhid mücadelesini anlayana kadar Hattab’n oğlu Ömer olarak kalmıştır. Lakin tevhid mücadelesi kalbine mühürlenince bu davada Rasulallah’a(sav) en yakın sahabelerden biri olmuştur.
İslam’ın nuruna bürünen hangi kalpte hiddet kalabilirdi ki, Rasulallah’ın(sav) duasıyla İslam’a kavuşan hangi yürekten asalet akmazdı ki?
Peki,
Hz. Ömer’i(ra) Mekke’nin en hiddetli genci iken;
Onu Emir’ül-Mü’minin yapan güç ne idi?
Medine’nin Asaletli Sahabesi
İslam tebliğinin yeni bir yön kazanması için Medine'ye hicret emredilmişti. Müslümanlar gizlice Medine'ye göç etmeye başlasa da Hz. Ömer(ra), gizlenme ihtiyacı duymadı. Hz. Ali(ra) Hz. Ömer’in(ra) bu hicretini şu şekilde anlatır:
"Ömer'den başka gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlandığında kılıcını kuşandı, yayını omuzuna taktı, eline oklarını aldı ve Kâbe'ye gitti. Kureyş'in ileri gelenleri Kâbe’nin avlusunda oturmaktaydı. O, Kâbe’yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makam-ı İbrahim'de iki rekât namaz kıldı. Halka şeklinde oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara:
‘Yüzler pisleşti. Kim anasını evlatsız, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadide beni takip etsin!’ dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi."
Hz. Ömer(ra), Medine dönemi boyunca İslam’ın yücelişini etkileyen her adıma öncü olmuştur. Rasulallah’ın(sav) önemli kararlar alacağı zaman Hz. Ömer’in(ra) görüşlerine başvururdu. Hz. Ömer’in(ra) sunduğu görüşler o kadar isabetli olurdu ki; bazı ayetler onun daha önce işaret ettiğini doğrular nitelikte inerdi. Hz. Ömer’in görüşlerinin doğruluğunu Rasulallah(sav) bir hadisinde belirtir:
"Allah, hakkı Ömer'in dili ve kalbi üzere kıldı."
Hz. Ömer'in(ra) fazileti ve üstünlüğü hakkında çok sayıda sahih hadis bulunmaktadır. Bunlardan birkaçı şunlardır:
Rasulallah(sav) Hz. Ömer’in(ra)din konusunda taviz vermeyişini bir hadisinde şöyle anlatır:
"Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, şeytan sana bir yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirirdi."
Başka bir rivayette Resulallah(sav) Hz. Ömer’in(ra) asaleti için şöyle buyurmuştur:
"Gökte bir melek bulunmasın ki Ömer'e(ra) saygı duymasın. Yeryüzünde ise bir şeytan bulunmasın ki Ömer’den(ra) kaçmasın."
Rasulallah, hakkı görmek ve anlamak konusunda Hz. Ömer’in üstünlüğünü şöyle ifade eder:
"Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eğer benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandır."
Bir defasında da Hz. Ömer'i(ra) göstererek şöyle demiştir:
"Bu aranızda yaşadığı sürece, sizinle fitne arasında kuvvetlice kapanmış bir kapı bulunacaktır."
Daha dün Mekke’nin en hiddetli genci iken, bugün Medine’nin en asaletli sahabesi olan Hz. Ömer(ra), Rasulallah’ın(sav) gölgesinde kendisini yetiştirir. Ardından birçok hadisine konu olur… Rasulallah’ın(sav) Medine’sinde olmazsa olmazlardan olan Hz. Ömer’e, gün gelir “Halifelik” nasip olur. Bu makamın da hakkını veren Hz. Ömer(ra), adaleti İslam’ın gölgesinden uzak diyarlara taşımaya kendini adar.
Hz. Ömer(ra) adaletin timsalidir. Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmazdı. Hak bildiği yolda yürür, insanların ne diyeceğine hiç aldırmazdı. Hz. Ömer(ra), inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınır… Hz. Ömer(ra) halife olduktan sonra da doğruların uygulanması ve hakkın elde edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrıntıları bile bizzat takip etmeye aşırı dikkat göstermiştir.
O, bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara şöyle derdi:
"Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. Allah'a yemin ederim ki, herhangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım."
Sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukça mütevazı davranırdı. Geniş toprakları, güçlü orduları olan bir devletin başkanı olması, onu, diğer insanlar gibi mütevazı ve sade bir hayat yaşamaktan alıkoyamamıştır. Pahalı elbiseler giymekten kaçınır, diğer insanlar gibi gerektiğinde alelâde işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Simasını tanımayan, onun Müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Çünkü çoğu zaman giydiği elbise yamalarla dolu olurdu.
Hz. Ömer(ra) ibadet ederken bütün benliğiyle Rabbine yönelirdi.
Halife olduktan sonra gündüz işlerinin yoğun olmasından dolayı nafile namazlarını gece kılar, ev halkını sabah namazına; "Namazı ailene emret!"(TÂHÂ/132) mealindeki ayeti okuyarak uyandırırdı. O, her sene haccetmeyi asla ihmal etmez ve hac farizasını yerine getirmek için Mekke'ye gelen hacılara bizzat riyaset ederdi.
Rabbine karşı duyduğu sorumluluğun altında öylesine ezilirdi ki, kıyamet günü hesaptan, cezasız kurtulmayı başarabilirse sevineceğini söylerdi. O, ölüm döşeğinde bu endişesini şu sözlerle dile getirirdi: ‘Müslüman oluşum, namazları kılıp, orucu tuttuğum müstesna, nefsime zulmetmiş bulunuyorum.’
Hz. Ömer(ra), toplumu ilgilendiren meselelerde karar vereceği zaman Müslümanların görüşüne başvurur, onlarla istişare ederdi. Nitekim bu hassaslığını şu sözleriyle ifade etmiştir:
"İstişare etmeden uygulamaya konulan işler başarısızlığa mahkûmdur."
İstişarede takip ettiği yöntem şuydu:
Önce meseleyi Müslümanların ulaşabildiği çoğunluğu ile görüşür, peşinden Kureyşlilerin düşüncesini sorar, son olarak da sahabelerin görüşlerini alırdı. Böylece en isabetli fikir ortaya çıkar ve uygulamaya konulurdu.
Hz. Ömer(ra), Müslümanların yaptığı işlerde bir hata gördükleri zaman kendisini uyarmalarını isterdi. Başka dinlere mensup olup, zımmî statüsünde bulunan kimselerle alâkalı işlerde de onların görüşlerine başvurur ve meseleyi onlarla istişare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in(ra) adâlet anlayışının ne kadar kapsamlı olduğunu ortaya koymaktadır.
Hz. Ömer(ra) idarede görevlendirdiği memurlarına karşı oldukça sert davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa gizledikleri problemlerini öğrenip çözümlemek için gece-gündüz uğraşıp dururdu.
Hz. Ömer(ra) bu hassasiyetini: "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer'den sorar diye korkarım."sözü ile ortaya koymaktadır.
Devletin temel görevlerinden birisi ilmin insanlara ulaştırılmasıdır.
O, her yönüyle devleti teşkilatlandırmaya çalışırken, diğer taraftan da bu teşkilatlanmanın alt yapısı olan ilmî gelişmeyi sağlayabilmek için gayret sarf ediyordu. Hz. Ömer(ra) fethedilen bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler tayin etmiş ve Kur'an-ı Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret göstermiştir.
İslam ordularının fethettiği bölgelerdeki halk, Müslümanlardan gördükleri müsamaha ve âdil davranışlardan etkilenerek kitleler halinde İslam’a giriyorlardı. Asırlarca Bizans ve İran devletlerinin zulmü altında ezilen, horlanan topluluklar İslam’ın kuşatıcı merhameti ile yüz yüze geldiklerinde Müslüman olmakta tereddüt etmiyorlardı. Kendi dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskıya maruz kalmadıkları gibi, geniş bir inanç hürriyetine kavuşuyorlardı.
Hz. Ömer(ra) bir taraftan İslam’ın insanlığa tebliğinin önündeki engelleri kaldırmak için ordular sevk ederken, öte taraftan da devleti teşkilatlandırmaya çalışıyordu.
Rasulallah’ın(sav) sağlığında Arap yarımadası İslam’ın nuruna kavuşmuş, insanlar bölük bölük Müslümanlara katılmıştı. Hz. Ebu Bekir(ra), Rasulallah’ın(sav) vefatından hemen sonra ortaya çıkan “Ridde / Dinden çıkma” hareketlerini bastırmış, Bizans hâkimiyetindeki topraklara ve dönemin zalim devletlerinden İran İmparatorluğu’na karşı askerî faaliyetlere girişmişti. Hz. Ebu Bekir vefat edince Hz. Ömer’in (ra) üzerine düşen, Hz. Ebu Bekir’in bu siyasetini devam ettirmekti. Öyle de oldu.
Hz. Ömer(ra), bir taraftan Suriye'nin fethinin tamamlanması için gayret gösterirken, öte taraftan İran cephesinde netice almak için ordular sevk etmiş, Suriye'nin fethi tamamlandıktan sonra İslam ordularını Filistin topraklarına doğru kaydırmış, Bizans işgali altında olan kutlu belde Kudüs kuşatılmıştır.
Şehirdeki Hristiyanlar bir süre direndilerse de sonunda barış istemek zorunda kalırlar. Ancak, şart olarak şehri bizzat halifeye teslim etmek istediklerini İslam ordusu komutanı Ebu Ubeyde b. Cerrah’a bildirir. Bu durum Ebu Ubeyde b. Cerrah tarafından bir mektupla Hz. Ömer’e(ra) bildirilir.
Hz. Ömer(ra) mektubu okuduktan sonra Hz. Ali(ra) ve Hz. Osman’la(ra) istişare eder. Fikir ayrılığına düşülse de Hz. Ömer(ra) gitmeyi tercih eder.
Kudüs’ün Heybetli Fatihi
Hz. Ömer(ra) halifelik yıllarında, Efendimiz’in(sav) miraç yurdu Kudüs’ü İslam topraklarına katmaya niyet eder. Rasulallah’ın(sav) dünyaya veda ederken mübarek yüzünü döndüğü şehri, gayrimüslime bırakmaz Hz. Ömer(ra). Bir devlet başkanı, İslam halifesi, Hz. Ömer(ra) gibi bir yiğit, hiç kan dökmeden teslim alır Kudüs’ü.
Rasulallah’ın(sav) “Beytü’l-Makdis” diye hitap ettiği, “Mukaddes ev” anlamına gelen Kudüs’ün ruhunu incitmeden, İslam hâkimiyetini bu güzide topraklara Hz. Ömer(ra) getiriyor. Bugün Kudüs’te Müslüman kimliğim ile gururla dolaşma ve namaz kılma hakkımı bana, Allah’ın izni doğrultusunda Hz. Ömer(ra) veriyor. Kudüs, tarihinde ilk kez 638 yılında Hz. Ömer(ra) döneminde Müslümanların eline geçiyor… Hz. Ömer(ra) Kudüs’e varmadan Kudüs halkına güvence verdiğini yazılı olarak şu sözlerle beyan etti:
"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla!
Bu sözleşme, müminlerin emiri ve Allah'ın kulu Ömer tarafından İliya halkına verilen bir emandır. Onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, yerleşik ve göçebe olan bütün fertlerine verilen bir teminattır.
Kiliseleri mesken yapılmayacak, yıkılmayacak ve kısmen dahi olsa işgal edilmeyecektir. İçindeki kutsal eşyalara dokunulmayacaktır.
Mallarına el sürülmeyecektir.
Kimse dinî inançlarından dolayı zorlanmayacak, kendilerine asla zarar gelmeyecek ve yurtlarına Yahudiler iskân olunmayacaktır.
Buna karşılık onlar da cizye vereceklerdir.
Bunlardan kim yurdunu terk etmek isterse, gideceği yere kadar mal ve can emniyeti sağlanacaktır. Yurdunda kalmak isteyenler ise, güvende olacaklardır ve cizye vereceklerdir. Dileyen Rumlarla gidecek, dileyen de toprağına dönecektir.
Hasat elde edinceye kadar onlardan bir şey istenmeyecektir.
Bu, Allah'ın Resulü'nün, halifelerin ve müminlerin Kudüs halkına verdiği güvenlik ahdidir. Cizye ödedikleri müddetçe geçerlidir.
Şahitler: Halid bin Velid, Amr bin As, Abdurrahman bin Avf ve Mu'aviye bin Ebi Süfyan, hicri 15 yılında hazırlandı ve yazıldı."
İslam halifesi olan, tek emriyle orduları dize getirebilecek kudrette olan Hz. Ömer(ra), bir deve ve bir yardımcı ile yola düşer. Yolculuk boyunca deveye sırayla binen yardımcı ve Hz. Ömer(ra), Kudüs yakınlarına geldiklerinde deveye binme sırası yardımcıya gelir. Yardımcısı şehre girerken deve üzerinde halifenin olmasının münasip olduğunu her ne kadar mahcupluğuyla dillendirse de, Ömer’in (ra) adaleti, bunu kabul etmez...
Hz. Ömer(ra), devenin yularını çekerek şehre girer ve Patriğin yanına gider. Yardımcılardan biri Kudüs’ün anahtarlarını deve üstündeki adama değil de, devenin yularını çeken adama teslim eder. Yardımcı şaşırıp sorar:
-“Siz, Halife Ömer’i nasıl tanıdınız?”
Patrik ise cevap verir:
“Bizim kutsal kitaplarımızda Kudüs’ün anahtarını elbisesi yamalı, devesinin yularını çekerek şehre giren bir adama teslim etmemiz söylenmiştir. Halifeyi böyle tanıdık.”
İslam Halifesi Hz. Ömer(ra) Rasulallah’ın(sav) miraç mekânını yani Mescid-i Aksa’yı merak ettiğini Patriğe bildirir. Patrik ise Hırıstiyan kutsallarını Müslümanlar da kabul etsin diye Hz. Ömer’i(ra) Kıyamet Kilisesi’ne götürür. Hz. Ömer(ra) Peygamber Efendimiz’den(sav) Mescid-i Aksa’nın tarifini bildiği için inanmaz. Hz. Ömer(ra) “Hayır, burası Mescid-i Aksa değil” der. Çaresiz kalan Patrik, Hz. Ömer’i(ra) Mescid-i Aksa’ya götüreceğini söyler. Tam da bu esnada namaz vakti girer. Patrik, Hz. Ömer’e(ra) burada namaz kılabileceğini söyler ama Hz. Ömer(ra) bu teklifi kabul etmez: “Eğer ben burada namaz kılarsam benim ardımdan gelen Müslümanlar burayı mescit yapar ve siz kilisenizde rahatça ibadet edemezsiniz,” der.
Hz. Ömer(ra) Kıyamet Kilisesi’nin avlusuna çıkarak biraz ilerisinde namazını eda eder. Aynen belirttiği üzere, namaz kıldığı mekâna, sonrasında Müslümanlar tarafından bir cami yapılarak ismi “Ömer Camii “ olarak koyulur. Bugün Kıyamet Kilisesi ile Ömer Camii yan yana durmaktadır.
Patrik, namazını bitiren Hz. Ömer’i(ra) Mescid-i Aksa’ya götürür. Hz. Ömer(ra) Rasulallah’ın(sav) Miraç sonrası Mekke halkına tarif ettiği Mescid-i Aksa’yı tanır. Mukaddes Kaya (Kubbetüssahra) üzerindeki çöpleri toplayan Hz. Ömer(ra), Haçlı döneminden kalma tapınak kalıntılarının üzerine palmiye ağaçlarının yapraklarından içerisinde namaz kılınacak bir gölgelik yapar…
Kudüs’e giden İslam ordularının içerisinde bağrı yanık bir siyahî vardır; Bilal-i Habeşi.
Müslümanlar Hz. Ömer(ra) önderliğinde Mescid-i Aksa’ya girdiklerinde yine bir namaz vakti gelir. Tüm avlu İslam ordusuyla dolup taşmıştır. Tüm gözler, Rasulallah’ın(sav) vefatından beridir ezan okumayan Bilal’in üzerindedir. Bilal-i Habeşi, Rasulallah’ın(sav) miracına yurt olan beldenin fethi ve bilhassa Mescid-i Aksa hatırına, fetih günü Resulallah’ın(sav) vefatından sonra ilk kez ezan okumuştur. Mescid-i Aksa bahçesinde Medineli bir siyahînin, Bilal-i Habeşi’nin yanık sesi yankılanır. İslam ordusundaki tüm sahabenin gözlerinden yaş akar. Mescid-i Aksa, sahabe gözyaşlarıyla adeta yıkanır.
***
Hz. Ömer(ra) önderliğinde ilk kez Müslümanların eline geçen, Salahaddin Eyyubi’nin Haçlıları mağlup etmesiyle tekrar İslam'ın eline geçen, Yavuz Sultan Selim Han önderliğinde 12 bin askeriyle fethedilerek Osmanlı himayesine giren Kudüs’ü savunmak birinci vazifemizdir. Kudüs direniyor zaten, önemli olan biz ne kadar yanında oluyoruz Kudüs’ün? Hz. Ömer(ra) bugün Müslümanların izin ile girebildikleri Mescid-i Aksa’yı görse, mabedine mi üzülürdü, yoksa heybetiyle bizlere mi kızardı bilemedim!
Kudüs yolunda sefere çıkılacaksa ve biri örnek alınacaksa, bu neden Hz. Ömer(ra) olmasın? Hz. Ömer(ra); bir gün İslam’a katılanlara öfkesini akıtırken, ertesi gün İslam’a saldıranlara öfkesini akıttı. O, İslam’ın ve bu dinin davasının karakter değil, kalp davası olduğunu anlattı bizlere. Sert mizacını İslam’a ve davasına değil, arkasında durduğu değerlere saldıranlara karşı kullandı. Onun sert karakteri bu davaya hizmetinde engel olması bir yana dursun, bilhassa Müslümanların cesaret kaynağı oldu.
Tevhid yolculuğuna Mekke sahralarındaki hiddetiyle başladı. İslam’ın nuruna hiçbir katı kalbin dayanamayacağını bizlere gösterdi. İmandan sonra artık meydan Ömer’indive imkân da Ömer’indi(ra)…
İslam’da vazife alınmaz, verilirdi. Hz. Ömer, kendisine verilen “ Halifelik” vazifesini öyle bir ifa etti ki, Medine’nin en asil sahabesi ve en asaletli yöneticisi oldu.
Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde, bir muhacirdi. Medine ona kucak açtı, Ensar onu misafir etti. Kendisine yurt olan Medine’de halife olan Ömer(ra), öyle bir gün geldi ki ümmetin Medine’si oldu. Kendisine kucak açan beldede, ümmete kucak açtı.
Hattab’ın oğlu Ömer, Hz. Ömer(ra) oldu.
Hz. Ömer(ra), Ümmet-i Muhammed’in Medine’si oldu…
Onu Mekke’nin hiddetli genci iken, Medine’nin asaletli sahabesi yapan güç;
Asil bir yönetici iken Emir’ül-Mü’minin yapan güç;
Mü’minlerin Emiri iken, sırf anahtar almak için yollara düşüren güç; Şüphesiz ki İslam’dır!
Abdullah ibn Mesud der ki; “Hz. Ömer’in(ra) Müslüman oluşu bir fetihti.”
İslam’la şereflenişi fetih olan Hz. Ömer’e(ra), halifeliğinin ikinci yılında bir de mukaddesatın fethi nasip oldu. Rasulallah’ın(sav) vefat ederken mübarek yüzünü döndüğü şehri İslam ile şereflendirmek, gençliğinde Rasulallah’ı(sav) öldürmeye gelen bir sahabeye nasip olmuştur. Sübhanallah!
Daha dün Rasulallah’ı(sav) elindeki kılıçla öldürmeye giderken Hattab’ın oğlu Ömer;
Bugün, Kudüs’ün anahtarını teslim almıştır. Hem de kan dökmeden. Sübhanallah!
Ey Emirül Müminin! Sen öyle bir yola girmiştin ki, bir ucu Mekke’nin Safa Tepesi diğer ucu Kudüs’ün Moriah Tepesi idi.
Seninle, Müslümanlar ilk kez cemaat halinde Kâbe’de namaz kıldılar ve yine seninle ilk kez Mescid-i Aksa’da saf saf oldular. Ve bu ne büyük şeref idi.