BEYTÜLMAKDİS HAC TARİHİ

BEYTÜLMAKDİS HAC TARİHİ

Suna Durmaz

     

Giriş

İnsanları ve cinleri ancak kendine ibadet için yarattığını beyan eden Rabbimiz, bu ibadeti somutlaştırmak için yer yüzünde mescit inşa ettirmiştir. Ali İmran Suresi 96. ayet, yer yüzünde inşa edilen ilk mescidin Kâbe olduğunu ortaya koymaktadır.

Gerçek şu ki insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekkedeki evdir.” 

Ebu Zer Ğifârinin naklettiği bir hadise göre ise yer yüzünde ibadet maksatlı inşa edilen ikinci ev, Mescid-i Aksâ’dır.

Ya Rasûlallah! Yeryüzünde ilk kurulan mescit hangisidir?” dedim. Mescid-i Haramdır.” Buyurdu. Sonra hangisidir?” Diye sordum. O, Mescid-i Aksâdır.” buyurdu. Bunların arasında ne kadar zaman vardır?” Dedim. Kırk yıl vardır.” Buyurdu. (Müslim)

Kâbenin insanlık için hidayet merkezi olmasını irade eden Allah Teâlâ, zamanla yer yüzünde izi kalmamış olan Kâbenin yerini Hz. İbrahime (as) göstermiş, onu yeniden inşa etmesi ve insanları hac ibadetine davet etmesi için emir vermiştir.

“İbrâhimi Beytullah’ın bulunduğu yere yerleştirdiğimizde de şöyle demiştik: Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, kıyamda duranlar, rükû ve secdeye varanlar için evimi tertemiz tut. İnsanlara hac ibadetini duyur. Gerek yaya olarak gerekse yorgun argın develer üzerinde uzak yollardan gelerek sana ulaşsınlar. Böylece kendileri için faydalı olan şeyleri açık seçik görsünler ve Allah’ın onlara rızık olarak verdiği, belirlenen günlerde kesecekleri kurbanlık hayvanlar üzerine Onun adını ansınlar. Artık onlardan hem kendiniz yiyin hem sıkıntı içindeki yoksulları doyurun. Sonra kalan hac fiillerini tamamlayıp temizlensinler, adaklarını yerine getirsinler ve o kadim evi (Kâbe) tavaf etsinler.” Hac, 26-29

Kadim zamanlarda, Arap Yarımadası sakinleri, Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmailin sütunlarını inşa ettikleri (Bakara, 127) Kâbeyi ziyaret etmek için Mekkeye gelmeye özen gösterirlerdi. Böylece, Mekke hem maneviyat hem de ticaret ve kültür merkezi olmuştur. Tevhid akidesi sebebiyle elde ettiği kutsiyet Mekkeyi emin belde kılmış, Kâbeye sığınan kişiye kimse dokunmamıştır.  Lakin, zamanla Hz. İbrahimin (as) tevhid dininden uzaklaşan Araplar, Kâbe içine putlar yerleştirmişlerdir. Rasulullah Efendimiz (sav) Mekkeyi fethettiğinde, İsra Suresinin 81. ayetini okuyarak Kâbe içinde ve çevresinde bulunan putları tek tek kırmıştır.

"Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Muhakkak ki bâtıl yok olup gidicidir."

Put temizliğinden sonra Mescid-i Harâma giden Efendimiz (sav), Kâbeyi tavaf ettikten sonra yaptığı konuşmada, Allah’ın emri üzerine Mekkenin kadim zamanlardan beridir harem (kutsal alan) olduğunu ve bu statünün devam edeceğini beyan etmiştir.

                İslam’ın beş temel ibadetinden biri olan hac, bedenî ve mâli olarak yapılan meşakkatli bir ibadettir.  Bununla beraber; makam, mal-mülk, aile-dost gibi dünyalık bağımlılıklardan kurtulmamızın yolunu açan, zorluklara tahammül etme becerisi kazandıran, renkler ve ırklar farklı olsa da Allah katında insanların eşit olduğunu ispat eden bir kulluk göstergesidir. Bir hadise göre, Rabbimiz hacılarla övünmüştür.

Cenâb-ı Hakk'ın, Arefe günü (vakfe sırasında) cehennemden azad ettiği kulların sayısı diğer günlerde azad edilenlerle kıyaslanmayacak kadar çoktur. Allah, Arefe günü vakfe yapanlara yaklaşır. Sonra onlarla meleklere karşı iftihar ederek 'Bunlar ne istiyorlar ki bütün işlerini bırakıp burada toplandılar?' der." (Müslim, Hacc, 1348)

Arapçada gitmek, yönelmek, ziyaret etmek” anlamlarına gelen hac kelimesi, fıkıh terimi olarak imkânı olan her Müslümanın kameri aylardan Zilhiccede Kâbeyi, Arafat, Müzdelife ve Minayı ziyaret etmek ve belli bazı dinî görevleri yerine getirmek suretiyle yaptığı ibadeti ifade eder. Zilhiccenin dokuzuncu günü öğle vakti ile onuncu günü fecr-i sâdık arasında yapılabilen Arafat vakfesini yapan kimsenin haccı geçerli olur. Bu ibadeti yerine getirenler, c/Hacı” olarak anılırlar.

Hac Suresi ayetlerinden anladığımız kadarıyla; hac, Hz. İbrâhimden (as) beri süregelen bir ibadettir. Tevhid dininin toplu kulluk göstergesi olan hac ibadeti, Kuran risaletiyle, ömürde bir defa olmak üzere her milletten Müslümana farz kılınmıştır. Ancak, ne zaman farz kılındığı konusunda ihtilaf vardır. İslami kaynaklarda hicretin 5, 6, 7, 8, 9 ve 10. yıllarında olduğu yönünde görüşler vardır.

İslam dini, fetihler vesilesiyle Arap yarımadası dışına yayıldı ve müminlerin yüreği Mekke-Medine-Kudüs kutsal şehirlerini ziyaret etmek için atmaya başladı. Kış demeden yaz demeden, yollarda ölme ya da öldürülme tehlikesine aldırış etmeden hacca gitmek için çaba gösterdiler. Balkanlardan, Anadoludan, Mâverâünnehirden, Horasandan, Türkistan illerinden yola koyulan hacılar; yüzlerce kilometre yol katederek Hicaza varmışlardır. Bazen, çok ağır yol şartları, hastalık ya da eşkıyaların yol kesmesi sebebiyle hacca ulaşamadan yolda vefat etmişler ya da yine aynı sebeplerden dolayı dönüş yolunda vefat etmişlerdir.

Beşîr Abdulğani Berekât, Tarîhu Mevsimul Hac fî Beytilmakdis / Beytülmakdis Hac Tarihi” adlı Arapça eserinde, Kudüs mahkeme sicillerine dayanarak müminlerin hac ibadeti uğruna yaptıkları maddi-manevi fedakarlıklar ve yollarda çektikleri sıkıntılar ile hac ticareti, hac izinleri ve kadınların haccı hakkında önemli bilgiler vermektedir.  Kitapta yer alan kayıtların çoğu Osmanlı Dönemine (1517-1917), çok az kısmı Memlüklü dönemine, bir kısmı da Osmanlı sonrası işgal dönemine aittir.

Bu makalede Osmanlı dönemine ait olan bazı önemli kayıtları özetlemeye gayret ettim.

 

Mescid-i Aksâ’da Haccı Kutsama

Hac tarihini incelediğimizde, bu muazzam ibadeti yapmak isteyen müminler nazarında Kudüs’ün çok önemli bir yerinin olduğunu görürüz. Kudüs, Hz. Ömerin hilafet döneminde fethedildikten (638) sonra, hacı adaylarının uğrak yeri olmuştur. Müminler; İsra Suresi birinci ayette Mescid-i Haram ile zikredilen ve içinde kılınan namazın fazileti hakkında çokça hadis rivayet edilen Mescid-i Aksayı da ziyaret etmeye özen göstermişlerdir. Hacdan dönünce Kudüse yaptıkları ziyarete Haccı kutsama” manasına Takdîsul Hac” demişlerdir. Bu kutsama ziyareti hacılar için o kadar çok önem arz ederdi ki haccı tamamlayıcı bir ziyaret gibi görürlerdi. Mescid-i Aksâ hizmetçilerine saygı duyarlar ve onlara bolca ikramiyeler verirlerdi. Özellikle de türbe ziyaretlerinde kendilerine refakat eden hademelere. Hademelerin türbe ziyaretlerinde hacılara refakat etmeleri ve bunun bir nevi para kazanma vesilesi haline dönüşmesi sebebiyle, 1587 tarihinde Kudüs Kadısı olaya müdahale ederek hademelerin görev yerlerini terk etmemeleri emrini vermiştir. Hacca gidişte ya da dönüşte Kudüste vefat eden hacıların geride bıraktıkları para ve eşyalar, hacının yanında vasiyeti ya da varisi yoksa, muhtaç olan hacılara verilmesi için Mescid-i Aksâ Vakfı’na devredilirdi.

Foto: Polonya Müftüsü Jakup Szynkiewicz, Haccı Kutsama maksadıyla 1930 yılı safer ayında Kudüs’ü ziyaret etmiştir.

 

Mescid-i Aksâ Kandilleri için Yağ Bağışı

Mescid-i Aksâya sahip çıkma hususunda, Rasulullah’ın (sav) hizmetçisi Meymûne b. Saad’ın (ra) Efendimizden rivayet ettiği çok önemli bir hadis var.

Ya Rasulallah! Beyt-i Makdise gidip gitmeme hakkında bize ne buyurursunuz?’’ dedi. Allah Rasulü: ‘’Gidin ve orada namaz kılın!’’ diye cevap verir. Fakat o zaman orada (Bizans ile Persler arasında) savaş vardı ve bunu dikkate alan Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: ‘’Şayet oraya gidemez ve orada namaz kılamazsanız, oranın kandillerini aydınlatacak yağ gönderin!’’ buyurdu.’’ (Ebu Davud, Salat, 14)

Bu hadise itaat etmek isteyen Müminler, hacılarla beraber Mescid-i Aksânın kandillerine yağ göndermişlerdir. Bu yağlar özel bir kuyuda biriktirilmiş ve kuyudan sorumlu olan iki bekçi tayin edilmiştir. 1599 yılında Kadı tarafından tayin edilen bekçilerinin adları, Muhammed b. Muhammed el- Kadiri ve Zekeriyya b. Sîdi er- Rûmi idi. Yağlar Zekeriyya Efendinin huzurunda kuyuya dökülürdü.

Mescid-i Aksânın onarım işlerinde kullanılması için bağışlarda bulunan hacılar da olmuştur. Örneğin, 1929 yılında Kudüse gelen Salih ve İbrahim el-Hindi kardeşler, kardeşleri Seyfeddin adına Mescid-i Aksânın onarımı için 500 Mısır parası (EGP) bağış yapmışlardır.

 

Kudüs, Hac Ticaret Merkeziydi

Hacca gidiş ya da dönüşte Kudüse uğrayan müminler, şehrin ekonomisine büyük katkıda bulunmuşlardır. El-Ahmar Hanı, ez-Zâhir Hanı, Beni Saad Hanı, Kattanîn Hanı gibi konaklama mekanları hacılarla dolup taşardı. Bazı hacılar da sur içindeki evlerden birini kiralayıp konaklarlardı. Mağrip (Kuzey Afrika) hacılarının konakladığı mahalle, yüzyıllarca Mağâribe Mahallesi” (1967de işgalci İsrail tarafından tamamen yıkılıp yerine Yahudi ayin sahası yapıldı) olarak anıldı. Hindistan Müslümanları da kendi tekkelerini kurmuşlardı.

Hacılar yola koyulmadan önce azıklarını Kudüsten almaya gayret ederlerdi. Ticaret maksatlı da alışveriş yapanlar olurdu. Mekkede satmak üzere gül suyu, mum, sabun ve kırba en çok satın aldıkları ürün idi. Dönüşte ise Hicaz, Yemen ve Hint kumaşı, baharat gibi ürünler getirip Kudüste satarak dönüş azığı satın alırlardı.

Mağrip Hacıları kendi ülkelerine has sanat değeri yüksek olan gümüş ya da altın kaplamalı bıçaklar getirip, Kudüste zenginlere ya da yüksek rütbeli memurlara satarlardı. Örneğin: 1565 yılında, el- Halil eşrafından olan Muhammed b. Halife el- Cibrîti, Marâkeşli (Fas) Saîd b. Muhammed el- Mağribeynden Fildişi saplı, gümüş kakmalı, üzerine kufi hatla Sâd Suresi 13. ayetten Nasrun min Allahi ve Fethun Karîb/ Allah’ın yardımı ve yakın bir fetih” yazılmış olan kırmızı renkli deri kılıflı bir bıçak satın aldı. Bıçağın değeri 1 altın sultaniye idi.

Hac kafileleri çoğu zaman bedeviler ve eşkıyaların saldırılarına uğrardı. Eşkıya ve bedevilerin en çok rağbet ettikleri mal, kahve çekirdeği olurdu. Örneğin 1682 yılında meydana gelen bir saldırıda, Hacı Muhyiddin b. Sultan’ın Mekkeden satın aldığı kahve çekirdeği heybeleri Akabe çıkışında çalınmıştır. 1700 yılında ise 5 katır yükü kahve çekirdeği bedevilerin eline geçmiştir.

Hac mevsiminde, Filistinin Kudüs, el- Halil, Safed, Nablus; Suriyenin Halep, Lübnan’ın Baalbek şehirlerindeki dericiler iyi para kazanırlardı. Bu şehirlerde hazırlanan su ve yağ kırbaları hacılara satılırdı.  1675 yılında Kudüsteki en meşhur tabakhane (derinin işlendiği yer), Şeref Mahallesindeki Halil b. Mahmûd b. Ayd el- Kırabi Tabakhanesi idi.

Bazı dönemlerde savaş ya da salgın hastalık sebebiyle hac yolları kapanırdı, bu da ticareti olumsuz yönde etkilerdi. Şah İsmail Safevinin Hicaza gideceği haberi yayılınca 1511 yılında Şam Hac Kafilesi yola koyulmadı.  Şam pazarlarındaki ticaret bundan çok etkiledi.

 

Misafir Hacılara Hizmet

Hac mevsiminde ziyaretçiler sebebiyle Kudüste su ve un sıkıntısı çekildiği olurdu. 1577 yılında, zamanın Kudüs Valisi (Mirliva/ Paşa), kanal vasıtasıyla el-Halilden Kudüse ulaştırılan suların hamamlara verilmeyip hacıların hizmeti için çeşmelere yönlendirilmesi emrini verdi. Yine aynı yıl, Kadı Efendi hacıların ihtiyacını gidermek için fırınlara yeterli un verilmesi için değirmencilere emretti. Bu emirlere itaat etmeyenler cezalandırıldı.

Kudüslü Hacıların Kadı’dan İzin Alma Şartı

Kudüste hac izin başvuruları genelde üç aylar girmeden (Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir) yapılırdı. Hacca gitmek isteyen Kudüslülerin, özellikle de asker-sivil-devlet memurlarının Kadı’ya gidip izin almaları, geride bıraktıkları aileleri hakkında bilgi vermeleri, yanlarında götürdükleri eşyalar (emtia) hususunda (hacı adayı yolculuk esnasında örse mirasçıların hakkı kaybolmasın maksadıyla) mal beyanında bulunmaları gerekirdi. Kadı, hac izni verdiği devlet memurlarının yerine uygun gördüğü kişileri vekil olarak atardı. 1554 yılında, Kadı Efendi, Eşrefiyye Medresesi (Kayıtbey Sebili Karşısında) müderrislerinden olan İbrahim b. Emînüddin el- Kabâkbiye hac izni verip yerine vekil olarak kardeşi Esîruddin Hocaatadı.

Kudüs Müftüsü Sirâcüddin b. Ebil Lutf, 1560 yılında hac için izin aldı. Yine, bir başka Kudüs Müftüsü Ali Efendi 1657de izin aldı. Kadı Efendi, Şerefüddin Efendiyi vekil olarak Fetva Makamına ve Hanefi Medresesine müderris olarak tayin etti.

Kadı Efendinin bazı izin taleplerini de geri çevirme yetkisi vardı. Örneğin, Kudüste kasaplık yapan Hacı Ahmed b. Mîrân hac izni istedi. Kadı Efendi, bahsi geçen kişinin farz olan hac vazifesini yapmış olmasına dayanarak, müminlere hizmet etmenin nafile hac yapmaktan daha faziletli olduğuna karar verip izin talebini reddetti. Asker- kale komutanı, vali gibi devlet adamlarının Kadı Efendiden izin almalarının yansıra Sultandan da izin almaları gerekirdi.

 

Hacca Gitmeden Önce Beyanda Bulunmak

Hac izni alanlar; borcu olduğuna ya da olmadığına, alacağına, hac yolculuğunda yanında neler götürdüğüne dair Kadı önünde birtakım beyanlarda bulunuyorlardı. 1618 yılında, Rabia bint Abdullah er-Rûmi Kadı’ya gelerek, eşi Mustafa b. Ahmed er- Rûmi ile hacca gideceğini, üstündeki giysilerden ve yolda kullanacağı kilimden başka bir malının olmadığını beyan etti. Kudüs kalesi yeniçeri ağası Ali Bey, 1666 yılında Kadı’ya gelerek, üzerinde velayeti bulunan Hasen er- Rûmi kızı Müminenin velayetini kızın annesi Sâkine bint İsmaile devretmek istediğini beyan etti.

 

Kadın Hacılar

Hacca gitmek isteyen Kudüslü kadınlar, bazen nikah kıyılırken mihr olarak hacca götürülmeyi istemişlerdir.  1590 yılında Ayşe bint Mübarek el- Mağribi, boşandığı eşine tekrar geri dönmek için mihr olarak aynı yıl hacca götürülmesini istemiştir. Kronik aile sorunlarının çözülmesi için hac şartı koyan kadınlar da vardı.  1594 yılında Hacı Muhammed b. Ahmed el-Mağribi kızı Emire ve eşi Abdullah, birtakım aile problemlerinin çözümü için Hacı Muhammedden hacca gittiği zaman kendilerini de yanında götürmesini istemişlerdir.

Hacca gitmek isteyen Kudüslü yaşlı kadınlar, mahrem bulamazlarsa bir grup kadınla hac kafilesine katılırlardı. İşlerini gördürmek için de kafiledeki bir adamla anlaşırlardı. 1674 yılına ait bir kayıtta, Hacı Muhammed b. Hâmidin Subhiyye bint Salâha ücret karşılığı hac yaptırdığı, kadının ölmeden önce mirasının üçte birini kendisine miras olarak verilmesini vasiyet ettiği yazılı. 1696 yılına ait başka bir kayıtta ise Omar Bey b. Habîb Çelebi es- Sipâhinin Şerefiyye bint Abdullah ile hac yolculuğu için anlaştığı, kadının şayet yolda örse defin için 100 kuruş harcanmasını, geri kalanın da Omar Beye kalmasını vasiyet ettiği yazılı.

Bazı kadınlar da hac yolunda kendisine refakat etmesi için kocalarına para vermişlerdir. 1595 yılında hacca gitmek isteyen Nurussabâh bint Abdullah, kocası Ahmed b. Şaban eş- Şâmiye kendisine refakat etmesi için 30 sultaniye ödemiştir. Bazı fakir kadın hacılar, memleketlerine dönecek imkân bulamayınca, Medinede ikamet etmek ve geçim için dilenmek zorunda kalmışlardır. Bunlardan biri, hikayesi 1670 yılı kayıtlarına geçen Âmine bint el- Hâc Ali el-Mağribidir.  Kocası Ahmed b. Hasen el- Mağribi, iki kişinin dönüşü için yeterli maddi imkân bulamayınca karısını Medinede terk etmiştir. Kadın burada 3 yıl boyunca muhtaç durumda yaşamıştır. Tâ ki zamanın Şam Hac Kafilesi Emiri Asâf Paşa durumu öğrenene kadar. Asâf Paşa kadının masraflarını karşılayarak onu Kudüse göndermiştir.

Hacca Gidiş Vasıtaları

Hac vasıtaları genellikle deve veya katır olurdu. Devenin iki tarafına küfe benzeri bir oturak konurdu. Hacı eşyalarıyla beraber bu oturak içinde otururdu. Bazen de iki ya da dört devenin taşıdığı üstü örtülü tahtırevan içinde yolculuk yapılırdı; tahtırevan içinde iki üç kişi oturabilirdi. Tahtırevan pahalı bir araç sayıldığından ancak zenginler binebilirdi. 1676 yılında hacca gitmek isteyen Kudüs kadısı Abdullah Efendi, deveci Abdurrahman b. Ali b. Nablusiden 16 deve kiraladı. Üç tanesi tahtırevan taşıyacaktı. Üç deve yedek olarak gidecekti. Gerisi Kadı Efendinin yanında giden refakatçiler ve eşyaları taşıyacaktı.

Maddi durumu müsait olmayan müminler, hacca yaya olarak giderlerdi. İmkânı olanlar ise özellikle yanlarında kadın götürenler, gidiş- geliş için deve/katır kiralarlardı. Deve kiralama işi yapanlara el- Mekkâr” denirdi. Deveci ve hacı adayı arasındaki anlaşma Kadı huzurunda olurdu. Kiralama ücreti ve ödemelerin ne şekilde olacağı kaydedilirdi. 1541 yılında, hacca gitmek isteyen Kudüs ve el- Halil Kadısı Salih Efendi, yolda tüm hizmetlerini görmesi için Hacı Mahlûf b. Abdurrahman el-Attâl ile 8 Kıbrıs dinarı (altın) karşılığı anlaştı. Üç dinar peşin, gerisi dönce ödenecekti.

1579 yılında Haseki Sultan Tekke Şeyhi, Sinan Halife b. İsmail, 70 altın sultaniye karşılığında deveci Ali b. Ahmed ile iki deve üzerine anlaştı. Anlaşmaya göre, Kudüsten Gazzeye sonra Akabeye, orada Mısır kafilesine katılıp Medine-i Münevvereye, Mekkeye, Arafata gidilecek ve aynı şekilde dönülecekti.  Deveci; yemek pişirmek, yük taşımak, elbise yıkamak gibi hizmetler de yapacaktı. 40 sultaniye peşin, geri kalanı dönünce teslim edilecekti. Bazı zenginler, gidiş gelişte kendilerine hizmet etmeleri için hademeler, hamallar (Akkâm) tutarlardı. Kudüste hamallar kendilerine reis seçmişlerdi. Bu rütbeye Akkâmbâşı/ Başhamal” denirdi.  Başhamal, hac hamallarının kuvvetli ve emin olmalarına özen gösterirdi. Onlara da bir baş seçerdi. 1674 yılında Kudüsten hareket eden hac kafilesinin Hamalbaşı Kerîmuddîn b. Muhammed el- Hamevî idi.

 

Hac Emirliği

Hac Emirliği vazifesi Resulullah (s.a.v.) zamanında başlamıştır. Resulullah Efendimiz hicri 9. yılda (631) Hz. Ebubekiri (r.a.) Hac Emiri olarak tayin etmiştir.  Hz. Ebubekir (r.a.) 300 kişilik bir kafileden sorumlu kılınmıştır. İslam dini yayılınca hac kafilelerinin sayısı artmış, böylece her kafileye bir Hac Emiri tayin edilmiştir.  Valiler tarafından tayin edilen Hac Emirinin takva sahibi, asaletli, kafileye söz geçirebilecek dirayette olan, hikmetli, gözü pek ve emin şahsiyet olmasına oldukça özen gösterilmiştir.                                                                 

Osmanlı Devleti, Şam Kafilesinin Hac Emirini genelde Halep, Kudüs, Nablus ya da Gazze emirlerinden seçerdi. Çünkü, bu emirler hac yollarını iyi biliyorlardı ve Bedevilerle uzlaşabilme kabiliyetleri vardı. 1587-1573te Aclûn ve Kerak Emiri Kansu el- Gazzâvi, 1682-1678 tarihlerinde, Kudüs ve Nablus Valisi Cenâb Halil Paşa, 1700 yılında Şam ve Kudüs Valisi Hasan Paşa, Şam kafilesinin Hac Emiri olmuşlardı.

 

Hac Rotaları ve Güvenlik Meselesi

Hac kafileleri, Irak- Mısır-Suriye-Yemen olmak üzere dört ana yolu takip ederek hacca giderlerdi. Kudüs kafilesi genelde Şevval ayı ortasında yola koyulur, safer ayında da geri dönerdi. Nadiren hacdan sonra Hicaz’da kalıp gelecek yılın hac vazifesini yaparak dönen Kudüslü hacı da olurdu. Çoğu zaman Kudüs valisinin eşlik ettiği kafile, önce el- Halil şehrine uğrayarak Hz. İbrahimin kabrini ziyaret eder, sonra Gazzeye giderdi. Oradan da Akabe liman şehrine geçerek deniz yoluyla Hicaz’a gitmek için Mısır ya da Şam kafilelerine katılırdı. Bu rota üzerinde güvenlik sağlanması için bazı Bedevi kabilelerle (Urban) ücret karşılığı anlaşılırdı. Bu anlaşma, bazen devlet yetkilisi tarafından bazen de hacıların kendileri tarafından yapılırdı. Örneğin 1582 yılında, Kudüs Valisi Hüsrev Bey, Çeribaşı Ali b. Murad’ı Şemmer Kabilesi şeyhi Ğennâm b. Atîk ed- Duvaymir ile yol güvenliği sağlanması hususunda görüşme yapması için görevlendirdi.  Bazı kabileler, devletten aldığı ücret karşılığında hac kafilelerinin güvenliğini sağlamakla meşhur olmuştu. Bunlardan biri Beni Atıyye kabilesi idi.

1673 yılına ait bir kayıtta, Hacı Muhammed b. Muhammed b. De’âr ve Hacı Hasan b. ed- Dımışki Kadı Efendiye gelerek Bedevi kabilelerin yıllardır âdet haline gelmiş olan yol güvenliği ücret miktarını o yıl çok artırdıklarını şikâyet etmişlerdir. Kadı Efendi, eski fiyatın devam etmesi üzerine hüküm vermiştir.

Bedevi kabilelerinin himayesi altına girmeyen hac kafileleri, gidiş veya dönüş yolunda eşkıyalar tarafından genelde saldırıya uğrarlardı. 1682 yılında Türk, Acem ve Şamlılardan oluşan büyük bir gurup Kudüs mahkemesine gelerek, hac vazifesini selametle yaptıktan sonra, dönüş yolunda Akabe çıkışında Bedevi saldırısına uğradıklarını, kafileden birçok kişinin öldürüldüğünü, yol azıklarının, mallarının ve bineklerinin çalındığını, aç ve yalınayak çöllerde bir hafta boyunca yol alıp el- Halil kentine ulaştıklarını, Kudüse varmaları için halkın kendilerine yardım ettiklerini beyan etmişlerdir.

Yol kesenler sadece Bedeviler değildi. Bu işi yapan eşkıya çeteleri de vardı. 1576-84 yılları arasındaki en meşhur eşkıya Muhammed b. el- Halili ve Harb b. el- Ceyyûsi idi.

 

Kudüs Hac Vergisinden Muaf Tutulmuştur

Osmanlı döneminde Kudüse sevgi ve şefkatle yaklaşılmıştır. Hatta bu yaklaşım, şehir Osmanlı idaresi altına girmeden evvel başlamıştır. 1429-1430 yıllarında II. Murad’ın Kudüse surre gönderdiği kaynaklarda yer almaktadır. Hac mevsiminde, Mekke ve Medine halkına gönderilen hediyelerden (surre) Kudüse de pay ayrılmıştır. Beytülmakdis ahalisi hac vergisinden muaf tutulmuştur. Bazı dönemlerde, hac bütçesinde açık olunca bölgede yaşayan Hristiyan ve Yahudilerden alınan vergilerle (cizye) açık kapatılmıştır.

 

Kaynak

Beşîr Abdulğani Berekât, Tarîhu Mevsimul Hac fî Beytilmakdis” Mektebetu ve Merkez Fehed b Muhammed ed- Debbûs / Kuveyt

 


Anasayfa

Giriş/Üye

Hesap No

Bağış Yap

Sepetim