Batı Asya'da Yolları Kesişen İki Kavim
Türkler ve Yahudiler
Yusuf İzzettin Okumuş
Asya'nın bozkırlarında, ulu dağların ve görklü vadilerin arasından çıkmış bir millet, Türkler!
Eli kanlı, Müslüman ve Türk katili Cengiz'in 13. yüzyıl da peydah olup tarih sahnesine çıkışı dünya tarihinde eşine az rastlanır bir korku istilasına dönüştü. Dünyaya korku salan bu istila, Moğol Devleti'nin topraklarını genişletmek için yaptığı kanlı saldırılardı. 13. yüzyıla kadar tarih sahnesinde bir önemi olmayan Moğollar Orta Asya, Çin, Doğu Avrupa ve Sibirya ovalarını istila ettiler.
İlk olarak Asya’daki Moğol kabilelerini birleştiren Cengiz, dünyanın en büyük devletlerinden birini kurdu. Doğu’ya ve Batı’ya birçok sefer düzenlemiş, topraklarına katmak istediği coğrafyalardaki insanları öldürerek şehirlerini yakıp yıkmıştır.
Moğol istilaları neticesinde 3 ila 6 milyon arasında insan hayatını kaybetmiştir. Asya'da bir çok şehri yağmalanmış, kütüphaneler yakılarak halk kılıçtan geçirilmiştir. Özellikle, İslâm şehirleri ve üzerlerinde yeşermiş olan İslâm Medeniyeti çok büyük yara almış; Asya'da yok olmanın eşiğine gelmiştir. İstilâ, birçok Türk kavmini Moğol dehşetinden kaçarak Anadolu’ya sığınmaya zorlamıştır. Bunlar, genel itibari ile Oğuzlar idi. Allâh'ın (c.c.) her işinde bir hayır olduğu gibi bu işinde de bir hayır vardı. Anadolu'nun bağrından İslâm Âlemini gölgeleyecek, ona kol kanat gerecek bir adalet çınarı yeşertti: Osmanlılar!
1299 da Söğüt'te atılan çığlık, ardından 1326 da Kurtuba'nın düşüp Bursa'nın fethi ile kuşanılan bir emanet, 1453'te peygamberin (s.a.v) izinden yürünerek gerçekleştirilen Konstantiniyye'nin müjdelenen kutlu fethi, İslâm'ın müjdelenen şekli ile cihâna yayılacağı yegâne merkez ve dirilişin artık şahlanışa aksettiği an! Hızla adalet çınarının gölgesine bir bir katılan Anadolu, Rumeli, Maşrık ve Mağrib!
Tarih boyunca insanlar içerisinde bulundukları zorluklardan ve güçsüzlüklerden sığınma ve tapınma bağlamında bir yaratıcıya teslim olma gereksinimi duymuşlardır. İnsanlık tarihine bakıldığında, tarihi bağlamda ne kadar geriye gidilirse gidilsin dini inançlardan ya da ritüelerden yoksun bulunan herhangi bir topluma rastlanılmamıştır.(Taner Gür, "Nazi Almanya’sı Soykırımına Maruz Kalan Yahudiler ve Onları Kurtarma Mücadelesi Veren Türk Diplomatlar"(Yüksek Lisans tezi, İnönü Üniversitesi, 2018).)
Tarihsel vetîrede İbrâniler; “Yahudiler”, “İsrailoğulları” veya “ Museviler” olarak isimlendirilmiş. İnançları temel olarak, tek bir İlâhın varlığına dayalıdır. Kutsal kitapları olan Tevrat’ta ahde (anlaşma) geniş bir yer vermesinden dolayı bu din’e “ahit dini’’ de denmektedir.
Yaygın kanaat olarak İsrailoğullarının başlarına gelenlerin ve içinden bir türlü çıkamadıkları bu lânetli durumun, onların bu ahde (anlaşma) söz verdikleri halde uymamalarının sebep olduğudur. Bu bilgi hem kendi kutsal kitaplarında hem de kutsal kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de zikredilir.(Bkz. Bakara Suresi 47, Nisa Suresi 46.)
Yahudi inanışına göre Tanrı, ataları ile bir ahit yapmış ve onlara seçilmiş insan olduklarını tebliğ etmişti. Bu seçilmişlik düşüncesi Yahudiler’e tarihi süreçler içinde farklı boyutlar kazandırmış ve kendilerini dâima diğer milletlerden üstün ve farklı görmelerine neden olmuştur.
Günümüz dünyasında Yahudiliği benimseyenlerin sayısı yaklaşık olarak 18 ila 20 milyon civarında olup, bu nüfusun ortalama 4 ila 5 milyonu İsrail’de, 6 milyonu Amerika Birleşik Devletleri'nde, geriye kalan Yahudiler ise azınlık hâlinde cihânın farklı yerlerinde varlıklarını sürdürmektedirler.
Esas konumuza gelmeden evvel şunu belirtmekte fayda var: Yahudiliğin din mi, ırk mı veyahut bir millet mi kesin değildir. Bu sebeple, Yahudilikte etnik yapı ile din iç içe girmiştir. Tarihi vetîre de farklı isimlerle anılan Yahudiler için kullanılan terimleri açıklamakta fayda görüyorum. Bu terimler şu şekildedir:
İbrani: İbrani terimi “öteki tarafın insanları”anlamında olup Fırat veya Ürdün Nehirleri civarlarından gelen göçmenler anlamında kullanılmakta olan “Hibri” kelimesinden gelmektedir. Kimi Yahudi alimlerine göre ise köken itibari ile İbrani kelimesi, Hz. İbrahim Peygamberin atalarından olan “Eber”in ismine dayanmaktadır. Bazı Din Tarihçileri ise” İbrani “kelimesini, M.Ö. XV. asırda Filistin de yaşamış olan “İBR”ya da “HİBR”kabilelerine dayandırmaktadır.
İsrail: Tevrat’a bakıldığı zaman (Tekvin 48 - Yaradılış 32/28),” İsrail” terimi, “Rab ile güreşerek yenen”manasına gelen ve Hz. Yakup Peygambere Tanrı Yahve tarafından verilmiş olduğu belirtilen isim olarak görülmektedir. İsrailoğulları terimi de bu kökenden kaynaklanmış olup Kur’an-ı Kerim’de de “Beni İsrail’’ şeklinde kullanılmaktadır.
Yahudi: Bu terim, Yahudilerin Babil sürgününde bulunduğu süreçte ortaya çıkan bir terimdir. Sürüldükleri yer olan Babil de, yerli halk İsrailoğullarına, gelmiş oldukları Yahuda bölgesine ithafen onlara “Yahudalı”manasında kullanılan “Yahudi” sözcüğünü kullanma söyleminden kaynaklandığı ileri sürülmüştür.
Siyonizm: Terim, dini, tarihi ve politik bir hedef olarak, Yahudilerin ortalama üç bin sene evvelindeki geçmiş hikayelerine kadar götürülmektedir. Yahudilerin kutsal saydığı ve Kudüs’te bulunan ‘Siyon Dağı’na istinaden kullanılan ve ilk fikir babası olarak kabul edilen ünlü hukukçu Avusturyalı Theodor Herzl’in ortaya koyduğu bir terimdir. Özet olarak, Siyonizm aynı zamanda Yahudilerin dünya üzerinde söz sahibi olma hayali olarak da değerlendirilebilir. Amaç olarak Siyonizm’e bakıldığında sürgünler sonrasında dünyanın farklı coğrafyalarına dağılan Yahudileri vaat edilen topraklar olarak tanımlanan Filistin’de toplayarak adı geçen bölgede bir İsrail Devleti’ni kurmaktır.(Bkz: Gür, "Nazi Almanya’sı.")
Tarihi açıdan baktığımızda, M.S. 70 ve 135 yıllarında Roma’nın Kudüs’ü muhasara altına alması ve Yahudilerin yaşadığı yenilgiler, sürgün edilenlerin sayısını ve yaşatılan zulmü daha da arttırdı. Yahudiler Kudüs ve çevresini terk edip dünyanın çeşitli yerlerine dağıldılar. Birçoğu Roma tarafından esir edilerek ülkenin dört bir yanında köle olarak satıldı.
Yaklaşık olarak 1700 yıl boyunca siyasi bir hareket meydana getirememiş olan Yahudiler, gün geçtikçe dünyayı yaratıcıları tarafından verilen bir ceza yeri olarak ve bu lânetli durumdan kurtuluşun da ancak Mesih aracılığıyla gerçekleşebileceğine inanmaya başladılar. 19. Yüzyılda akislerini hissettirmeye başlanan Siyonizm, bu inanışta bir kırılmaya neden olarak hem Yahudilere siyasi bir hareket meydana getirme hem de Kudüs’e dönme çözümü sunuyordu.
Siyonizm çağdaş dünyanın bir ürünüydü ve Yahudi diasporasının Filistin’e yönelik dini duygularını dünyevî bir siyasi ideolojiye çekiyordu. Siyonizm aklı etrafında hareket eden Yahudiler; dünyayı, yaratıcının verdiği cezanın çekileceği yer olarak görmekten ziyade, vakit kaybetmeden içinde bulunulan durumu terk edip, çağdaş bir ulus devletin oluşturulabileceği ve Filistin’e yerleşilmesi gerekliliğine büyük bir şevkle inanmaya başladılar. Uzun yıllar Yahudiler tarafından Kudüs veya İsrail ülkesi manasında kutsal sayılan bir dağ adı “Siyon’’, 19. yüzyıl dünyasındaki aşağılanmışlıktan ve antisemitizmden kurtuluşun ancak Filistin’de kurulacak bir Yahudi devleti ile gerçekleşebileceğine inanmış bir grup Yahudi tarafından seküler-siyâsî bir ideolojiye dönüştürüldü.
Bu ideolog grupta bulunanlardan Zvi Hirsch Kalisher, Yahudilerin sürgün süresince yaratıcının kendilerine vermiş olduğu cezayı çektiklerine ve Filistin’e geriye dönmenin dini manada yaratıcının emirlerine bir karşı çıkış olmadığına inanmaktaydı. Hatta Kalisher’e göre, Siyon’un kurtulması Yahudi halkın fiili harekata geçmesiyle başlayacak, Mesih’in mucizeleri ise sonradan gelecekti.( Bkz: Gür, "Nazi Almanya’sı.")
TÜRK-YAHUDİ İLİŞKİLERİ
Türkler ile Yahudilerin karşılaşmaları husûsunda kaynaklarda farklı yer ve zamanlarda etkileşimlerin olduğuna ilişkin görüşler zikredilir. Lâkin aralarında en belirgin olanı 7-9. yüzyıllar da bugünkü Kafkasların kuzeyinde Hazar bölgesinde varlığını sürdüren ve Museviliği benimseyen ilk Türk Devleti olan Hazarlar (630-1030) ile Yahudi toplumunun etkileşimidir. Medeniyetlerin beşiği Anadolu'da M.Ö. 4. yüzyıldan beri yaşadıkları, vâr oldukları bilinmektedir.
Bu durumu kanıtlayan unsurlara kazılarda rastlanmıştır. Hz. Süleyman'ın yaptırdığı yapının yıkılmasıyla birlikte Yahudiler kendi istekleriyle veyahut sürgün ile Anadolu ve Balkanlara yayılmışlardı. 4. yüzyılda imparator olan Konstantin, Bizantios şehrine gelerek, burayı kendine merkez edinmiş buraya Konstaninopolis ismini vermişti. Resmi din olarak ise Hristiyanlığı benimsemişti. Yahudilere ilk zamanlar hoşgörü gösterilmiş ise de zaman içerisinde papazların baskıcı tutumu işi değiştirmiştir. Konstantin'in imparator olmasından (M.S. 306), Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethine (1453) kadar geçen 11 yüzyıllık uzun dönemde imparatorlukta nefes alıp veren Yahudiler çoğunluk itibariyle karanlık ve acı günlere tâbî tutulmuşlardır.
Bizans döneminde baskı gören Yahudilerin hoşgörülü ve adaletli saydıkları Selçuklu coğrafyasına gelip yerleştikleri görülür. Selçuklu coğrafyasında ilk temas Mezopotamya'da Irak Türkleri ile olmuştur. En belirgin temasları ise Selçuklu hükümdarı Alparslan'ın 1071 yılında Bizans İmparatoru Romanos Diogenos'i yenerek Anadolu'ya girmesiyle Türkler, Yahudi cemaatleriyle karşılaşmış ve Bizans baskısından kaçarak Anadolu'ya gelen bu insanlara belli bir vergi karşılığında din ve vicdan özgürlüğü vermişlerdir.
Yahudilerin Osmanlılar ile ilk temasının 1453'te olduğu ve 1492 yılında İspanya'dan Osmanlı coğrafyasına göç ettirilmeleri olarak düşünülse de, Osmanlı Devleti'nin teşekkül etmesinden itibaren Bizans'tan birçok Yahudi yeni devletin topraklarına göçe başlamıştı. ilk gözle görülür münasebetler, Orhan Gazi'nin Bursa’yı fethettiği (1326) yıllarda görülmektedir. Bizans idaresi altında Bursa’da yaşamakta olan Yahudiler, Osmanlı Devleti'ni âdeta bir kurtarıcı olarak görmüşler ve Orhan Bey’in Bursa’yı fethinde kendi gelecekleri için önemli yardımlar sağlamışlardır. Karşılığında da Orhan Bey burada kalmalarına izin vermiş , Etz Ahayim (Hayat Ağacı) Sinagogu'nu inşa etmelerine müsaade etmişti. Bu sinagog 1940'lı yıllara kadar hizmette kaldı. Millet sistemiyle sahip Osmanlı'da Yahudiler sanayi, ticaret ve maliye gibi konularda iyi olduklarından yöneticiler tarafından iyi karşılanmışlardır. Osmanlı topraklarında, dinlerini ve geleneklerini daha rahat sürdürebilmek için kendilerine has ayrı mahalleler kurmak isteyen Yahudiler, anlayışla karşılanmışlardır. Yahudiler devletin topraklarının istedikleri yerlerine yerleşebilmiş, mal, mülk sahibi olabilmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu'na yerleşen Yahudilerin çok büyük bir kısmı Selanik'e yerleşmişler ve bu şehirde Yahudi çoğunluğunu asırlar boyunca muhafaza etmişlerdir. Öyle ki; Yahudilerin kutsal günü olan Şabat gününde, şehrin bütün dükkânları kapalıdır.(Bkz: İhsan Turhan, "XVIII. Yüzyılda Selanik Yahudileri"(Yüksek Lisans tezi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi , 2018).
Bizans İmparatorluğu zamanında İstanbul'da bir Yahudi toplumunun bulunduğu bilinen bir gerçektir. Diğer Yahudiler ise, Edirne ve Bursa'da yerleşmeyi uygun bulmuşlardır. Çünkü o dönemlerde, İstanbul, Edirne ve Bursa Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli şehirleriydi. Dönemin Osmanlı idarecileri, çoğunluğu tıp, ticaret, finans konularında kendini yetiştirmiş ve dil bilgisi zengin olan Yahudileri yanlarında görevlendimeyi uygun bulmuşlardı. Çanakkale'ye gelen Sefaradlar, öncelikle çevre ilçelere, özellikle de Ezine, Bayramiç, Gelibolu, Lapseki gibi Merkeze yakm ilçelere yerleşmişler ve ilerleyen yıllarda Çanakkale Merkez'e ticaret amaçlı geçiş yapmışlardır. Hububatçılık, manifaturacılık, tuhafiyecilik, ayakkabıcılık vb. gibi meslekleri Çanakkale'de yapmaya başlayan Yahudi halkı kısa zamanda ekonomik yönden donanımlı hale gelmişlerdir.(Bkz: Özlem Akı, "Cumhuriyet'ten Günümüze Çanakkale Yahudileri"(Yüksek Lisans tezi, Çanakkale Onsekiz Mart üniversitesi, 2014).)
Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethiyle , İstanbul’da yaşayan Yahudilere ayrıcalıklar verilmiştir. Böylece, Avrupa’dan ve Anadolu’dan gelen Yahudiler iktisadi bilgi ve becerileri sayesinde İstanbul’un ticaret merkezi olmasında ve devletin kalkınmasında katkı sağlamışlardır. Yahudiler Osmanlı Devleti’nde hiçbir ayrıma tâbî tutulmadan mühim görevlerde bulunmuşlardır. Örneğin, Yavuz'un doktoru olan Josef Amon’u saray hekim başısı gibi mühim bir görevi tevdi etmesi gösterilebilir. Osmanlı Devleti 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar topraklarında yaşamak isteyen Yahudilerin taleblerini hiçbir zaman geri çevirmedi.
Avrupa’da başlayıp antisemitizmin etkisiyle 1290’da İngiltere, 1392’de Fransa, 1492’de İspanya, 1497’de Portekiz ve daha sonra Orta Çağ’dan bu yana Yahudilere karşı ön yargısı olan Rusya’da Çar II. Aleksandır’ın öldürülmesinden sorumlu tutularak binlerce Yahudi katledilmiş, binlercesi ise sürgün edilmişti. İspanya Kraliçesi nâm-ı diger “Kirli İsabella” nın 31 Mart 1492 tarihinde bütün Yahudilerin ya dinlerini değiştirmesi ya da ülkeden atılmaları için ferman yazması, bu ülkede yaşamakta olan Yahudileri oldukça güç bir halde bırakmıştır. Bu ferman üstüne, üç yüz bine yakın Yahudi kısa bir süre içinde İspanya’yı terk etmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu durum karşısında bütünüyle yok olma tehlikesiyle karşı kaşıya kalan İspanya Yahudilerine dönemin Osmanlı Sultanı II. Bayezid’in izni ile Osmanlı Devleti kapılarını açmış ve Kaptan-ı Derya Kemal Reisi görevlendirerek onları getirtmiştir.(Gür, "Nazi Almanya’sı.")
Yavuz Sultan Selim dönemi ile başlayan Yahudilerin etkin durumu Kanuni Sultan Süleyman döneminde de artarak devam etti. İtalya’dan Osmanlı İmparatorluğu’na gelen Yahudiler kültür birikimlerini de yanlarında getirdiler. İtalya ve Avrupa aydınlanmanın yaşandığı dönemlerde gelen nitelikli göçler sonucunda Yahudilerin Osmanlı bürokrasisinde görünürlüğü arttı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde verilen ticari imtiyazlardan Yahudiler de faydalandı. (Bkz: Uğur Çınar, "Türkiye Cumhuriyeti’nin Filistin-İsrail Siyaseti ve İsrail’in Tanınması (1920-1950)"(Yüksek Lisans tezi, Bahçeşehir Üniversitesi, 2016).)
Yahudilerin Osmanlı Devleti’ne yönelmiş olmalarında Avrupa ülkelerinde maruz kalmış oldukları kötü muamele kadar, Osmanlı Devleti içerisinde karşılaştıkları hoşgörü ve kendilerine tanınan olanaklar da etkili olmuştur. Kurtuluş Savaşı esnasında Rum ve Ermenilerin tersine tarihteki bu vefaya karşılık olacak ki Yahudiler, istisnalar hariç Anadolu da işgalci güçlerle işbirliğine girmemiş ve ayaklanmamışlardır. İki toplum arasındaki ilşkilere bakıldığında, İsrail’in kurulmuş olduğu 1948 senesine gelinceye değin Yahudilerin Türkiye ile olan ilişkisi ilk olarak “sığınmacı”, sonrasında “Tebaa” ve sonunda Tazminat’tan Cumhuriyet’e giden zaman diliminde “Yurttaş” biçiminde olmuştur.(Bkz: Gür, "Nazi Almanya’sı.")
Tarihi süreçte farklı sebeplerden sürgünler yaşayan bu lânetli millet için 1897 yılında toplanmış olan Yahudi kongresinde, Yahudilerin Filistin’e yerleşmeleri, Yahudi ulusal kimliğinin inşaası ve bu hedefler kapsamında aktör devletlerden gereken desteğin sağlanması hususunda kararlar alındı. Kararlar neticesinde Yahudi lobisinin önde gelenlerinden olan Herzl, mali sıkıntılar ile cebelleşen Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit Han'a Osmanlı Devletinin borçlarının ödenmesi karşılığında Filistin’in kendilerine sunulmasını teklif etti. Yahudilere her dönem kucak açmış olan Osmanlı bu süreçte iktisadi ve siyasi bunalımda olmasına rağmen bu teklifi katı surette reddetti. Zîrâ Yahudilerin gerçek niyetleri bu bölgede siyasi ve politik çıkarlar elde etme hülyâsında olması ve zaman içerisinde teşekkül ettirilecek Yahudi devletinin Müslümanları ve Osmanlı’yı bu coğrafyada etkisiz kılma istemesiydi. Teklifin reddine ilaveten Filistin’e yapılacak olan Yahudi göçlerine de sınırlandırmalar getirildi.
Osmanlı Devleti'nin âdeta kemiklerine varıncaya dek paylaşılmasıyla nihayete eren Birinci Cihân Harbi ile, Yahudiler pusu da yüzyıllarca beklemiş bir çakal edâsıyla aradığı fırsatı yakalamış; neticesinde 1948'de İsrail adı verilen Siyonist yapılanmayı Filistin’de tutundurmayı başarmışlardır.
Türkiye, 1949’dan önce İsrail’in bağımsızlığına karşı çıkan ülkeler arasında yer almıştı. Fakat Türkiye komisyona dâhil oluşundan itibaren giderek Arapları desteklemekten uzaklaştı ve daha batıcı bir çizgiye yöneldi. 28 Mart 1949’da* ilk Müslüman ülke olarak İsrail’in tanınmasıyla sonuçlanacak bu tavır değişikliği dönemin değişen siyasi, ekonomik ve askeri gelişmeleri sebebiyle gerçekleşti.
SONUÇ
Yüzyıllarca İslâm'ın kılıcı olmuş, Hilâfetin mührü olan Türkler, Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren İslâm ile, tarihi ile, hayalleri ile, dâvâsı ile, bağları koparılmaya çalışılmış körü körüne taklit edilen bir batı sempatisinin neticesinde hafızasını kaybetmiş, ameliyat yatağında yatan, ailesi olan İslâm Âleminden bihaber bir millet konumuna düştü. Eli kanlı Müslüman katillerinin kurduğu çakal sofrasını tanıyan ilk Müslüman devlet Türkiye yazacaktı tarih!
Cihânın dört bir tarafında ezilen, hâkir görülen, aşağılanan, sürülen, katledilen, soykırımla burun buruna gelmiş lânetli bir kavme kucak açmış, âdeta kanatları altında korumuş bir milletti Türkler...
Yahudiler ise buldukları ilk fırsatta Müslümanların kanını dökmekten geri durmamışlardı. Oysa ki Türkler ve Müslümanlar onları imkânsızlıklar içinde İkinci Cihân Harbi'nde Nazi kamplarında dahi yalnız bırakmamıştı.
Türk tarihine bakıldığında Yahudiler için bahsi geçen acı dolu günlerde Türkiye hiçbir iktisadi ve siyasi çıkar gözetmeksizin Nazilerin dünyayı ateşe verdiği bir dönemde ve güç durumda kalmasına rağmen dünyanın unuttuğu Musevi halkına elini uzatmış ve pek çoğunu soykırımdan kurtararak hayatta kalmalarını sağlamıştır.( Bkz: Gür, "Nazi Almanya’sı.")
*İsrail Devleti'nin Türkiye tarafından tanınmasına dair resmi gazetede yayınlanan karar. Karar Sayısı :8942-İsrail Devleti'nin derhal tanınması Dışisleri Bakanlığının 25/3/1949 tarihli ve 35970/155 sayılı yazısı üzerine Bakanlar Kurulunun 24/8/1949 tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır.
KAYNAKÇA
Gür, Taner. "Nazi Almanya’sı Soykırımına Maruz Kalan Yahudiler ve Onları Kurtarma Mücadelesi Veren Türk Diplomatlar." Yüksek Lisans tezi, İnönü Üniversitesi, 2018.
Çınar, Uğur. "Türkiye Cumhuriyeti’nin Filistin-İsrail Siyaseti ve İsrail’in Tanınması (1920-1950)" Yüksek Lisans tezi, Bahçeşehir Üniversitesi, 2016.
Turhan, İhsan. "XVIII. Yüzyılda Selanik Yahudileri" Yüksek Lisans tezi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi , 2018.
Akı, Özlem. "Cumhuriyet'ten Günümüze Çanakkale Yahudileri" Yüksek Lisans tezi, Çanakkale Onsekiz Mart üniversitesi, 2014.
Tanyu, Hikmet. Tarih boyunca Yahudiler ve Türkler. İstanbul: Elips, 2005.
https://www.google.com/amp/s/www.dunyabulteni.net/haber/amp/173583