72 YILLIK DRAM: FİLİSTİNLİ MÜLTECİLER VE ULUSLARARASI HUKUK

72 YILLIK DRAM:

FİLİSTİNLİ MÜLTECİLER VE ULUSLARARASI HUKUK

Abdulkâdir Tok

Özet

Orta Doğu’da artan çatışmaların toplumsal açıdan en ciddi ve hukuken bir türlü çözüme kavuşturulamayan sonuçlarından birisi de mülteciliktir. Filistin tarihinde de yaşanan 1948 ve 1967 savaşları, binlerce Filistinlinin başka ülkelere zorunlu olarak göç etmesine sebep olmuştur. Günümüzde Orta Doğu başta olmak üzere dünya genelinde altı milyonu aşkın Filistinli mülteci bulunmaktadır. Mültecilik sorunu, uluslararası arenada her defasında temsil problemiyle karşılaşan Filistinlilerin en önemli fakat gerek İsrail gerek dünya kamuoyu tarafından her daim yok sayılan- sorunlarından biri haline gelmiştir. Mülteciler, günün birinde mülklerine geri dönecekleri umuduyla 72 yıldır anahtarlarını hep yanlarında taşımaktadırlar. Bu çalışmada genel anlamda bizlere yıllardır çözümsüz bir sorunmuş gibi lanse edilen mülteci durumundaki Filistinlilerin geri dönüş hakkı, hem BM’nin bu soruna binaen aldığı kararlar hem de uluslararası hukukun mültecilere tanıdığı haklar ve bu alanda yapılan sözleşmeler çerçevesinde ele alınmaya çalışılmıştır.

Anahtar kelimeler: Filistinli Mülteciler, Zorunlu Göç, Sürgün, Geri Dönüş Hakkı, Uluslararası Hukuk

Giriş

Tarihinde sayılamayacak derecede savaş, ilhak, işgal, sürgün ve aleyhe sonuç veren sözde barış görüşmeleri olan Filistin’de, 1948 ve sonrasındaki 1967 savaşı hem Filistin açısından hem de Orta Doğu coğrafyasının geneli açısından önemli bir yere sahiptir. 1948 öncesinde sürgün, zorunlu göç ve birtakım planlar için Filistin’e yerleşmeye gelen Siyonist gruplar, buradaki diğer Arap ve Yahudi grupları arasında çekişmelere sebep oldu. İngiltere’nin Filistin’deki manda yönetiminden çekilmesi ve İsrail’in resmi olarak kurulması ile bölgedeki soğuk atmosfer artık fiili bir savaşa dönüştü. Çatışmalar sonucunda sayıları kaynaktan kaynağa değişen binlerce Filistinli zorunlu olarak yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. 1948 savaşı sonrasında Arap Devletler ve İsrail arasında devam eden küçük çaplı atışmalar 1967’de yeniden savaşa dönüşmüş ve savaş sonucunda yine binlerce Filistinli sürgüne maruz bırakıldı.

Dünya genelinde bulunan 25,9 milyon mültecinin 5,5 milyonunu işte bu savaşlar sonucunda sürgüne mahkûm edilen Filistinli mülteciler oluşturmaktadır. (UNHCR, 2018)[1]

Yetmiş iki yıldır devam eden sürgün ve Orta Doğu’da meydana gelen her hadisede zorunlu göç etme nedeniyle Dünya tarihinde en fazla zulüm görmüş, acı çekmiş fakat bir türlü var olan haklarına yeteri kadar kavuşturulamamış ulusun adıdır Filistin. Nitekim Siyonistler yıllar evvel kendilerine uygulanan sürgün ve zorunlu göç politikalarının aynısını özellikle devlet müessesesine büründükten sonra aslında kendilerine kardeş olan Filistin halkına hiçbir hukuki dayanak olmadan 72 yıldır uygulayarak ‘Filistinli Mülteciler’ sorununu kronik bir sorun haline getirdi. Bu kronik mesele yıllardır Orta Doğu, İslam alemi ve uluslararası örgütleri meşgul eden fakat bir türlü çözülemeyen uluslararası bir mülteci sorunu haline gelmiştir.



Çalışma bu minvalde üç aşama olarak ele alınmıştır. İlk olarak, Filistinlilerin maruz kaldıkları zorunlu göçlerin başlangıcı olan savaşlara kısaca değinilerek savaşın göçe etkisi anlatılmıştır. İkinci olarak zorunlu olarak yapılan bu göçlere karşı BM’nin tavrı, işgal ve ilhaklar ile göçe sebep olan İsrail aleyhine BM’nin aldığı kararlar ve Filistinli mültecilerin uluslararası sözleşmeler bağlamında hukuki statüsü hakkında bilgi sunulmaya çalışılmıştır. Üçüncü aşamada İsrail ile Filistinli makamlar arasında gerek dolaylı gerek doğrudan gerçekleştirilen uzlaşma görüşmeleri ve bu görüşmelerde alınan kararların Filistinli Mülteciler açısından muhtevası ele alınmaya çalışılmıştır.

1-)1948 ve 1967 Savaşları ve Mülteci Sorunu

1.1-1948 Savaşı

Filistin meselesi, İngiliz mandası sona ermeden İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin, tarafından 1947 Şubat ayında o yıllarda yeni kurulmuş olan Birleşmiş Milletlere havale edildi. Genel kurul, Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi (UNSCOP) kurup, bu komiteyi Filistin'deki durumu incelemek ve 1 Eylül 1947'ye kadar bir rapor hazırlamakla görevlendirdi. UNSCOP, genel kurula sunduğu raporda İngiliz mandasının sona erdirilmesini ve Filistin'e bağımsızlık verilmesini oybirliğiyle tavsiye etti. Ancak komite bağımsız Filistin'in nasıl bir devlet olacağı konusunda fikir ayrılığı yaşadı. Azınlık raporu federal bir devleti uygun görüyordu. Çoğunluk raporuysa, mandanın biri Arap, diğeri Yahudi iki devlete bölünmesini ve Kudüs'e uluslararası bir statü tanınmasını öngörmekteydi. Yani çoğunluk raporu Filistin'de iki bağımsız devlet ihtimalini gündeme getirmekteydi. Siyonist liderler bu rapora sıcak bakarken Arap liderler bu raporu reddettiler.[2]

BM Genel Kurulu 29 Kasım 1947’de aldığı 181 sayılı kararı ile ikinci raporu kabul etti. Ortaya konulan paylaşım planına göre, İngiliz manda rejiminin sona ermesiyle birlikte Filistin toprakları üzerinde birisi Arap diğeri Yahudi olmak üzere iki bağımsız devletin kurulması ve Kudüs'ün silahlardan arındırılmış, BM Vesayet Konseyi'nin himayesinde uluslararası bir statüye sahip olması kararlaştırılmıştı.[3] Söz konusu statü 10 yıl yürürlükte kalacak, daha sonra referandum yoluyla halkın görüşlerine başvurularak gözden geçirilecekti.

Bu karardan ve İngiliz mandasının sona ermesinden sonra Siyonistler bölünme planında kendisine ayrılan bölgede 15 Mayıs 1948 günü İsrail Devleti’ni kurduğunu ilan etti. İlanın akabinde Mısır, Ürdün, Suriye, Irak ve Lübnan orduları Filistin topraklarına girmeye başlamıştır.[4] Ancak savaşın seyri, İsrail'in planlı savunması üzerine Arapların aleyhine döndü. Savaşı İsrail kazanmıştı ve savaş neticesinde yaklaşık 1,2 milyon Filistinliden 780,000‘i çevre ülkelere (Suriye, Ürdün, Lübnan, Gazze vs.) göç etmek zorunda kalarak mülteci durumuna düştü.[5]Bu sebeple Filistinliler, kaybettikleri bu savaşı Nakba (Büyük felâket, kara gün) olarak adlandırırken, Siyonistler bu savaşın neticesini bağımsızlık olarak adlandırmaktadır.

2.1-1967 Savaşı

1948 sonrasında bölgedeki devletler ve İsrail arasındaki küçük çaplı çatışmalar 1967’ye kadar devam etti. Bölge ülkeleri arasında su sorununa ilişkin yaşanan sürtüşme Filistinli grupların İsrail hedeflerine saldırılar düzenlemesiyle sınırlı kalmadı. Özellikle Suriye ve Ürdün’ün İsrail ile yaşadığı su politikaları 1967 savaşının en önemli nedenlerinden biri oldu. Su sorunu 1967, 6 gün savaşına kadar gerilla saldırıları ve sınır ihlalleri ile sınırlı kalıyordu. Gittikçe artan gerilim 1967’ye gelindiğinde yerini sıcak çatışmalara bıraktı.



Gerginlik 7 Nisan 1967'de doruk noktasına ulaştı ve İsrail ile Suriye arasında tam bir hava ve topçu savaşı yaşandı fakat İsrail, Suriye Ordusu’nu püskürttü. 5 Haziran 1967 Pazartesi günü ise İsrail ile Arap komşuları (Mısır, Ürdün ve Suriye) arasında fiili olarak savaş başladı. Savaş 6 gün sürdü. İsrail 6 gün içinde Mısır’ın elinde olan Sina Yarımadası ile Gazze Şeridi’ni, Ürdün’ün elinde bulunan Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı, Suriye’nin elinde bulunan Golan Tepelerini işgal ederek kendi hâkimiyetine geçirdi. Kısacası İsrail işgal ettiği toprakları 4 kartına çıkardı.[7] 6 gün savaşının da sonucunda 1948’de olduğu gibi zorunlu göç dalgası gerçekleşti. Yaklaşık 325 bin Fi­listinli mülteci kendi topraklarını terk etmek zorunda kaldı.[8]

Görüldüğü gibi İsrail Devleti’nin kurulduğu yıl çıkan 1948 savaşı ve sonrasında 1967 yılında gerçekleşen 6 gün savaşındaki zorunlu göç nedeniyle yaklaşık 1 milyon Filistinli mülteci konumuna geldi. Artık 1 milyon Filistinli mültecinin nerede, nasıl ve hangi topraklarda yaşamlarını sürdüreceği konusu büyük bir sorun olarak halen dahi varlığını korumaktadır. İsrail söz konusu mesele hakkında çözüme yanaşmazken Filistinliler ise kovuldukları bölgelere geri dönmek istemektedir.

2-)Birleşmiş Milletler ve Filistinli Mülteciler

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız 1948 ve 1967 savaşı(Altı Gün Savaşı) sonucunda yerlerinden çıkarılan Filistinli mültecilerin, geri dönüş hakkını korumak amacıyla hem komisyonlar kurmuş hem de meseleyi doğrudan ele alan bir dizi kararlar almıştır.

2.1 Filistin İçin Uzlaştırma Komisyonu

Birleşmiş Milletler teşkilatı 1948 savaşı sonrasında Filistin’in sorunlarını hukuki yollarla çözmek istedi. Bu minvalde bölgedeki sorunları bizzat yerinde tespit edilmesi amacıyla İsveçli arabulucu Kont Bernadotte’yi incelemeler yapmak üzere Filistin’e gönderdi. Bernadotte mülteciler meselesinin ciddiyetine ilk varan kişi olarak, 16 Eylül 1948 de bir rapor hazırladı. Bu rapora istinaden genel kuruldan, acilen mültecilere yardım edilmesini, güvenlikleri için tedbirler alınmasını ve bunların İsrail işgali altında bulunan yurtlarına geri dönmelerinin sağlanmasını istedi. Bernadotte’un istekleri üzerine genel kurul, 24 Eylül 1948’de toplanarak meseleyi 3. kurula gönderdi. 3. kurul yaklaşık 1,5 ay süren çalışmalardan sonra bir karar tasarısı hazırladı. Bu tasarı 19 Kasım 1948’de 212 (III) sayılı genel kurul kararı olarak oybirliğiyle kabul edildi. Karar gereğince Birleşmiş Milletler Filistin Mültecilerine Yardım Teşkilatı (UNRPR) kuruldu.[9]

Irak ve Lübnan’ın isteğiyle Birleşmiş Milletler Filistin Mültecilerine Yardım Teşkilatı’nın İngilizce ismi (UNRPR) şimdi United Nations Relief and Works Agency for Palestine Refugees (UNRWA) oldu.[10]



Mültecilerin durumunu görerek yaşayan ve bu kararın çıkmasını sağlayan Bernadotte, Kudüs’te Siyonistler tarafından öldürülecekti. Ancak buna rağmen, girişimler devam ediyordu. Nitekim bu girişim ve çabaların sonucunda Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 11 Aralık 1948’de ünlü 194 (III) sayılı kararını çıkardı. Kabul edilen ve “Filistin Birleşmiş Milletler Gözlemcisi Raporu” başlığını taşıyan bu karara Filistinli Mülteciler ile ilgili ilk uluslararası belge diyebiliriz. 194 sayılı karar ile Birleşmiş Milletler üyesi olan üç devletten(Türkiye, Fransa, ABD) oluşan Filistin için uzlaştırma komisyonu kuruldu. Komisyon, yeni yıldan(1949) itibaren iki taraf ile(Filistin-İsrail)temaslara başlayacaktı. Ancak Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı, yapılan her girişime rağmen ‘Bir karış bile toprak terk etmeyeceğiz.’ diyen İsrail tarafından geri çevrildi.[11]

2.2 181 ve 194 Sayılı Kararın Tetkiki

İsrail 1949‘da BM‘e üye olarak kabul edildiğinde, bu örgütün kendisine açık seçik bir biçimde koyduğu ön koşulu, yani 181 sayılı kararın uygulanmasını kabul etti. Yukarıda da beyan ettiğimiz üzere karara göre Filistin toprakları üzerinde birisi Arap diğeri Yahudi olmak üzere iki bağımsız devlet kurulacak ve Kudüs Birleşmiş Milletler yönetimine bırakılacaktı. Lakin İsrail 1948 yılında Filistin’e ait toprakları işgal ederek bu kararı alenen ihlal etti.[12]

11 Aralık 1948 tarihli 194 sayılı ikinci kararı da İsrail‘in BM‘e üyeliğinin onanmasının ön koşulu olması öngörülmüş ve bu koşul da İsrail tarafından kabul edilmişti. Bu karara göre ise savaş sonucunda göçe mahkûm edilip geri dönmek isteyen mültecilerin ülkelerine dönmeleri en olası şekilde gerçekleştirilecek ve komşularıyla barış için yaşamaları temin edilecekti. Aynı zamanda İsrail yönetimi mülteciler için tazminat ödemeye mahkûm edildi. Belirtmek gerekir ki İsrail bu karara da uymadı.[13] Aksine 12 Aralık 1948 tarihinde “Olağanüstü hal” ilan ederek zorla boşalttırıp el koyduğu mülkleri, 20 Mart 1950’de çıkardığı “Sahipsiz Mülkler” adlı bir kanunla kendi iç hukukuna göre üzerinde tasarruf edilebilir hale getirdi. Kanunda İslam Vakıf Emlakları dâhil Filistin topraklarının tamamı “sahipsiz mülk” olarak tanımlandı. Bu yasanın amacı 1948-1967 savaşları neticesinde göçe zorlanan Filistinlilerin Filistin topraklarında mülklerini sahipsiz olarak nitelendirip İsrail Devleti’nin mülkü haline getirmekti. Hukuku hiçe sayan İsrail bu amacına ulaştı. Bugün bile Filistin’e gittiğimiz zaman aslında Filistinlilere ait arazileri Siyonistlerin himaye ettiğini çok rahatlıkla görebiliriz[14]

2.3 242 Sayılı Karar (22 Kasım 1967)

1967 savaşından sonra İsrail işgal ve ilhak politikalarıyla BM’nin kendisine tahsis ettiği toprakları dört katına çıkardı. Elde ettiği topraklarda yaşayan Filistinlileri de göçe maruz bıraktı. BM bu duruma Kasım 1967’de aldığı kararla tepki gösterdi. Karara göre İsrail silahlı kuvvetleri son çatışmada işgal ettiği topraklardan çekilecek, bölgedeki her devletin toprak bütünlüğüne saygı duyulacak ve mülteci sorununa da adil bir çözüm bulunacaktı. Ayrıca kararda ‘BM, bölgedeki her ülkenin siyasi bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü garanti altında tutacak.’ denildi. [15] Netice olarak diğer kararlar gibi bu kararda İsrail’e uygulatılamadı.

2.4 Uluslararası Sözleşmeler Çerçevesinde Filistinli Mülteciler

Mülteciler meselesine ilişkin uluslararası hukukta iki önemli araç mevcuttur. Bunlardan biri 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi, diğeri ise 1967 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin New York Protokolü’dür. Bu iki önemli araca BM Genel Kurulu’nun 10.12.1948’de kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB)’i de dâhil edebiliriz. Nitekim bu bildiride de mültecilere yer verilmiştir.

2.4.1 Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Sözleşme

Daha çok “Cenevre Sözleşmesi” olarak bilinen Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Sözleşme, BM Genel Kurulu tarafından 14 Aralık 1950 tarihli konferansta kabul edilmiş, 28 Temmuz 1951 yılında, Cenevre’de imzalanmış ve 22 Nisan 1954 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme ile tarihte ilk kez bir mülteci tanımı yapılmış, mültecilerin hakları ve standartlarının çağdaş bir listesi verilmiş, mülteci iadesinin sınırları ile geleneksel hukukta bulunan “geri göndermeme” ilkesi sözleşme ile hüküm altına alınmıştır.[16] Sözleşme metninde mülteci şöyle tanımlanmıştır: ‘Irkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen veyahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahıstır.’ Sözleşmesi’nin 1. Maddesinin D bendine göre; Sözleşme BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR)’nin dışında, BM’nin herhangi bir organı veya kuruluşundan yardım alan kişileri kapsamamaktadır.[17]

Filistinli mülteciler, BM Filistin Uzlaştırma Komisyonu (UNCCP) ve Yakın Doğu’daki Filistinli Mülteciler için BM Yardım ve Çalışma İdaresi (UNRWA)’nin koruması altında bulunmalarından dolayı 1951 Sözleşmesi ve UNHCR’nin korumasından mahrumdurlar. UNRWA gibi uluslararası kuruluşların çalışmaları ise, mültecilerin belli başlı sürgün mahallerindeki bireysel sorunlarını çözmek ve yardımcı olmaktan öteye gitmemektedir.

Belirtmek gerekir ki sözleşme kısmen eksiktir. Çünkü mültecilerin geri dönüş hakkına dair herhangi bir düzenleme yoktur. Sadece mültecilerin zulüm nedeniyle ayrıldığı ülkesine gönüllü olarak yeniden yerleşmesi halinde mülteci statüsünün sona ereceğini beyan etmekle sınırlı kalmıştır.[18]

2.4.2 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü (New York Protokolü)

31 Ocak 1967’de imzaya açılan Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin 1967 Protokolü, 4 Ekim 1967 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Başlangıçta Cenevre Sözleşmesi sadece 01.01.1951 gününden önce meydana gelen olaylar sonucunda mülteci olmuş bireylere uygulanmakta idi. Dünyada mülteci nüfusunun gittikçe artması karşısında Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü kabul edilmiştir. Bu protokolle Sözleşmenin uygulanmasında orijinalinde getirilen tarih ve coğrafya sınırlaması kaldırılarak, mültecilerin kapsamı daha da genişletilmiştir. New York Protokolü ile değişikliğe uğratılmış olan Cenevre Sözleşmesi, bugün mültecilerin haklarını koruyan en önemli uluslararası belgedir.[19]

Her ne kadar 1967 Protokolü mülteciler için uluslararası alanda, hukuki olarak belli düzenlemeler yaparak birtakım standartlar oluşturmaya çalışsa da yine devletler ve bölgeler arasındaki siyasi ve ideolojik baskılardan kaynaklanan mülteci akınlarını ve göç etmek zorunda kalan mültecilerin sorunlarını tam olarak bertaraf edememiştir. Dolayısıyla Filistinli mülteciler de kendilerine verilmesi gereken temel haklardan (özellikle geri dönüş hakkı) ve insan olmanın gereği olarak yapılması gereken muamele konusunda eksik bırakılmaktadır.

2.4.3 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi

BMŞ (m. 10) uyarınca sadece tavsiye niteliğinde karar almakla yetkili olan BM Genel Kurulu 10.12.1948 tarihinde aldığı kararla İHEB’i kabul etmiştir. İHEB’in en önemli özelliği, insan haklarına evrensel bir boyut kazandırması ve böylece kendinden sonra artık daha etkili koruma mekanizmalarıyla donatılan sözleşmelere önayak olmasıdır.



Bildirinin 13 maddesinin 2. cümlesi mültecilerin durumu ile alakalıdır. Maddeye göre ‘Herkes, kendi ülkesi de dâhil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.’[20] Maddeden Filistinli Mültecilerin de yararlanma hakkı vardı. Ancak İHEB “soft law” (uluslararası örf ve adet) niteliğinde bir uluslararası insan hakları belgesidir. BM Antlaşması uyarınca, genel kurul kararlarının birçoğu hukuken bağlayıcı nitelikte olmadığı için, İHEB’in de hukuksal bir yaptırım gücü yoktur. Bu sebeple belge sadece belli konularda devletlere yardımcı kaynak olmaktan öteye gidememiştir.

3-)İsrail-Filistin Arasında Gerçekleşen Görüşmeler ve Filistinli Mülteciler

Filistinli makamlar ile İsrail arasında başta Kudüs ve Filistinli mülteciler olmak üzere birçok meseleyi çözüme kavuşturmak için Madrid Konferansı, Oslo Süreci ve Camp David görüşmeleri gibi birçok görüşme gerçekleştirilmiştir. Fakat görüşmelerin tamamı neticesiz kalmış, Filistinlilerin önemli sorunlarından hiçbiri çözüme kavuşturulmamıştır.

3.1 Madrid Konferansı

Körfez Savaşı’ndan sonra Amerika Orta Doğu’da diplomatik açıdan oldukça önemli bir konum elde etmiştir. Bu dönemde Amerika’nın Orta Doğu üzerindeki politikalarını gerçekleştirebilmesi için öncelikle bölgede istikrarı sağlamış olması lazımdı. Bu sebepten dolayı Amerika çözülmesi gereken İsrail-Filistin çatışması için diplomatik girişimlerde bulundu. Çatışmaların çözümü için, dönemin Dışişleri Bakanı James Baker, Orta Doğu gezileri düzenlemiş ve barış sürecine Arap ülkelerini de dâhil etmeyi hedeflemiştir. Bu vesileyle Ekim 1991’de Madrid Konferansı başladı. Konferans ile bölge devletleri ve Filistin’in İsrail ile olan problemlerine son verilmesi amaçlanmaktaydı.[21]

Madrid Konferansı BM Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararlarına (barış karşılığında topraklardan çekilme) dayanarak adil, sürekli ve kapsamlı bir barış çağrısında bulunmaktadır. Ayrıca Filistinli mültecilerin kendi ülkelerine geri dönme hakkı çözüme kavuşturulmak istenmekteydi. Lakin 1992 yılında ABD’de seçimlerin yaklaşması ve İsrail’in Hamas ve İslami Cihad üyelerini sınır dışı etmesi ile Madrid süreci askıya alındı. Mevcut problemleri çözme konusunda başarısız olan Madrid Konferansı, Filistin ve Bölge Devletleri’nin İsrail ile doğrudan görüşmeleri açısından sembolik bir önem taşımaktadır.[22]

3.2 Oslo Görüşmeleri

1993 yılı başlarında Rabin ve Arafat günümüze değin kesintiler yaşayarak uzanan barış anlaşması görüşmelerini başlatmıştır. Oslo Süreci olarak adlandırılan bu tarihsel süreç, 1993 ve 1995 yılları arasında FKÖ ile İsrail arasında imzalanan anlaşmalar serisidir. Oslo Süreci, İlkeler Bildirgesi, Kahire Anlaşması Washington Anlaşması ve Paris Protokolü’nü içermektedir. Söz konusu Oslo görüşmeleri sekiz ay sürerek 13 Eylül 1993’te “Oslo I” olarak tamamlanmış “İsrail-FKÖ İlkeler Bildirgesi” ile sonuçlanmıştır. Oslo I Süreci Gazze Şeridi ve Eriha ile alakalı olarak 1994 yılında imzalanan Kahire Anlaşması l yürürlüğe girmiştir. Lakin Oslo I’ de Filistinli mültecilere dair herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.[23]

Barış surecinde Kahire Anlaşması’ndan sonra 28 Eylül 1995’te imzalanan “Oslo II” yani “Batı Şeria ve Gazze Şeridi Geçici Anlaşması” ile Filistin Ulusal Otoritesi, Batı Şeria’nın büyük şehirlerini de içine alacak şekilde genişletildi. Anlaşmaya mültecilerin durumu da dâhil edildi. Maddeye göre Kudüs, yerleşimciler, sığınmacılar ve mültecilerin ele alınacağı nihai statü en geç Ekim 1996’ya kadar görüşülecekti. Nihai anlaşma merhalesine bırakılan mülteciler sorunu sonraki yıllarda hiçbir şekilde gündeme getirilmedi. Bu yönüyle Oslo İlkeler Anlaşması ve ona bağlı olarak imzalanan diğer bütün anlaşmalar Filistinli mültecilerin yurtlarına dönmelerinin yollarını tamamen tıkamıştı.[24]

3.3 Camp David

Temmuz 2000’de ABD Başkanı Clinton, İsrail ve Filistin yönetimi liderlerini Maryland’de Camp David’de, barış görüşmelerine davet etti. Zirvenin amacı iki tarafın “daimi statü” sorunlarına(sınırlar, yerleşimler, mülteciler ve Kudüs) dâhil olduğu konularda bir anlaşmaya, çözüme varmaktı. Lakin bu görüşmeler de başarısızlıkla neticelendi. Camp David’i başarısızlığa uğratan temel faktörler ise Kudüs ve mültecilerin geri dönüş hakkına adil bir çözüm bulunmamasıydı. Mülteciler konusunda İsrail’in kesinlikle ödün vermeye yanaşmaması ve BM kararlarına aykırı biçimde sadece sınırlı bir tazminatla durumu geçiştirmeye çalışması Filistinliler açısından kabul edilmedi. Zira Filistinliler açısından 194 sayılı BM kararıyla öngörülen geri dönüş hakkından vazgeçen bir antlaşmaya imza atmak kabul edilemez bir durumdu. [25] Bu sebeple iki taraf da müzakerelere en yakın zamanda bir anlaşmaya varma amacı ile devam edecekleri sözünü beyan ederek ayrıldılar.

Müzakerelerin dönüm noktalarından biri de Ariel Şaron’un Mescid-i Aksa’ya baskın düzenlemesidir. Baskın kısa süre içinde El-Aksa İntifadası olarak da bilinen İkinci İntifada’nın başlamasına sebep oldu. Sonraki seçimlerde Ariel Şaron’un iktidara gelmesiyle barış müzakereleri tamamen çöpe atılmıştır.

Netice

Filistin krizinin günümüze kadar ulaşan ve halen çözülemeyen en önemli sorunu şuan (Özellikle Gazze’de ablukada olanlar) Filistinli mültecilerdir. Filistinli mültecilerin büyük çoğunluğu bugün uluslararası yardım kuruluşlarının yardımları ile ayakta durmaktadır. Çalışmada da aktarmaya çalıştığımız gibi çoğu defa çözümlenmeye çalışılmış lakin hep mültecilerin aleyhine sonuçlar doğmuştur. Bugün ise İslam ülkeleri başta olmak üzere dünya devletleri gerek çeşitli bahaneler sunarak gerek İsrail ile ilişkilerine zarar vermemek için bu sorunun çözümünden uzak durmaktadır. Mülteci sorunu BM, İİT gibi uluslararası örgütler kullanılarak çözülebilir. Çözülmeli de. Çünkü İsrail yaptığı eylemler ile açık bir şekilde uluslararası hukuku yok saymaktadır. Maalesef ki tüm bu hukuksuzluklara ciddi manada ses çıkartan bir ülke henüz olmadı. Temenni ederiz ki dünyanın gözü önünde yaşanan bu dram bir gün son bulur. Çalışmamızı Filistinli bir mültecinin şu cümleleriyle nihayete erdirelim.



Bizler UNRWA’nın (bulunduğumuz yerlerde) bizim yerleştirilmemize yönelik belirli bir siyasetinin bulunduğunu hissetmiştik. Onlar bizden Filistin’i unutmamızı istiyorlardı, dolayısıyla bizleri istihdam etmek üzere çalışma projelerini başlattılar. Kunduracılık yahut kilimcilik gibi küçük işler kurmak üzere halkın bir kısmına krediler veriyor, daha sonra (mültecilere ait) tahsisat kartlarını onlardan geri alıyorlardı. Daha tehlikeli olan yöntem ise Avustralya veya Amerika’ya göçü teşvik için çalışmalarıydı. Gitmek isteyenlere bilet sağlayıp kartını elinden alıyorlardı. Biz bütün bunlara, yayınlar, gizli toplantılar, gece ziyaretleri ve divan oturumları yoluyla karşı durmaktaydık. Siyasi bilinci olan halk böyle toplantılara gidiyor ve tartışmalara katılıyordu. Böylece bu projelere karşı çıktık çünkü yoksulluk içinde yaşasak da, toprağımıza bağlı kalacağımızı biliyorduk.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

1-) Balkanlar-Ortadoğu-Kafkasya Soğuk Savaş Sonrası ABD Politikaları /Vassilis K. Fouskas/ 2004 İstanbul

2-)Ortadoğu – İki bin Yıllık Ortadoğu Tarihi/ Bernard Lewis/2017

3-)Modern Ortadoğu Tarihi/ William Cleveland/Haziran 2008

4-)Paylaşılamayan Kutsal Topraklar ve İsrail/ Jean-Christophe Rtti As - Esther Benbassa/2012 İstanbul

5-) Modern Filistin Tarihi/ Ilan Pappe / 2007 Ankara

6-) Balfour Deklarasyonu Arap İsrail Çatışmasının Kökenleri/ Jonathan Schneer/2012 İstanbul

7-) Geçmişten Günümüze Orta Doğu_-Siyaset, Savaş ve Diplomasi/ Tayyar Arı /2012 Bursa

8-) Filistin Sorunu/Walter Hollstein/ Nisan 1975

9-) Filistin Meselesi ve Arap İsrail Savaşları 1948-1988/ Fahir Armaoğlu/ 2017


Anasayfa

Giriş/Üye

Hesap No

Bağış Yap

Sepetim