Suna DURMAZ
Kelime kökünü Kudüs’ün yedi tepesinden biri olan “Siyon” tepesinden alan Siyonizm, 19.yüzyılın son çeyreğinde bir Rus Yahudisi olan Nathan Birnbaum (1864-1937) tarafından siyasal terimler arasına sokulmuştur. Birnbaum’un tarifine göre Siyonizm; Musevileri Filistin’e yerleştirme amacını güden ve üyelerinin Yahudilerden oluştuğu bir siyasal parti örgütüdür. (Filistin Sorunu/ sh:23,
Kurulduğu günden itibaren ana hedefini ”Diasporadaki Yahudileri Filistin’e yerleştirme ve bağımsız bir Yahudi devleti kurma” olarak belirleyen bu siyasal hareket, Batılı politikacılar ve aydınlar tarafından da desteklenince hareketin bütün taraftarlarına, ister Yahudi olsun, ister olmasın “Siyonist” denmiştir. Birleşmiş Milletler’in 10 Kasım 1975 de almış olduğu 3379 no’lu kararında ise Siyonizm’in iddia edildiği gibi bir bağımsızlık hareketi olmayıp ’ırkçı’ hareket olduğu beyan edilir. (Non-Jewish Zionism; its roots in Western History sh:7)
Siyon kelimesi sadece Filistin’e işaret etse de, Siyonistlerin ana hedefi olan “Büyük İsrail Devleti / Eretz İsrail“in sınırları açıktır. Theodore Herzl’in danışmanlarından Max Bodenheimer, Filistin’e gitmek üzere Çanakkale Boğazı’ndan geçerken bu amacı şöyle dile getirmiştir:
“Bizim düşlerimizin kanatları vardır, sınır tanımazlar. Yahova’nın Eski Ahit’te vadettiği Nil’den Fırat’a kadar tüm bölgeler Yahudi Kolonizasyonu’na açılmalıdır” (Filistin Sorunu/ sh:37)
Dini Siyonizm & Politik Siyonizm
Fransız düşünür Roger Garaudy, Siyonizmi dini ve siyasi olarak ikiye ayırt ederken ”Tamamıyla farklı olan bu iki projeyi karıştırmamak lazımdır,” der. (Siyonizm Dosyası sh:14)
“Politik Siyonizm” ile “Dini Siyonizm”i birbirinden ayıran şey, Siyon’a dönüş fikri üzerinde farklı eğilimler göstermelerinden dolayıdır. 19. Yüzyıl Avrupası’nın milliyetçilik ve sömürgecilik ruhundan doğan Politik Siyonizm, ne pahasına olursa olsun tüm dünya Yahudilerinin “Ulusal Yahudi Devleti” çatısı altında Filistin’de toplanmalarına inanır; politikasını bu minval üzerinde yürütür. Dini Siyonizm’de ise henüz Siyon’a dönüşün vakti gelmemiştir.
Yahudi yasası (Halacha) uzmanı olan Rabbi Joseph, 1989 yılında İsrail’in Bnei Brak bölgesinde düzenlenen siyasi Siyonizm karşıtı bir toplantıda, Mesih’in gelmesine yakın Yahudilerin oldukça güçlü bir topluluk olacaklarını ve Yahudi olmayanları sürerek putperest Hristiyan kiliselerini yıkmak üzere İsrail topraklarının fethedileceğini, ancak bu Mesih döneminin henüz gelmediğini belirtmiş ve şöyle demiştir:
“ Doğrusu, Yahudiler bugün Yahudi olmayanlardan daha güçlü olmadığı gibi, onlardan duydukları korku sebebiyle bu kişileri İsrail topraklarından sürecek güçleri de yoktur... O halde Tanrı’nın emri şu an için geçerli değildir...” (İsrail de Yahudi Fundamentalizmi/ sh:55-56)
Dini Siyonizm’e göre Allah Yahudilerden üç söz almıştır:
Yahudiler, Yahudi olmayan kişilere karşı isyan etmemeli.
Mesih gelmeden Siyon’a toplu halde göç edilmemeli.
Mesih’in zamanından önce gelmesi için dua edilmemeli.
Bu inanca göre, sürgündeki Yahudi varlığı, İsrailoğullarının işlemiş oldukları günahlara karşı kefâret olmak üzere Tanrı tarafından verilen bir ceza ve yerine getirilmesi gereken dini bir yükümlülüktür. Dolayısıyla Filistin’e yapılacak olan toplu Yahudi göçünden Tanrı hoşnut olmayacaktır! (İsrail de Yahudi Fundamentalizmi 53-55-56)
Dini Siyonizm’e göre; toplu göç şöyle dursun, Allah’a verilen söz gereğince Yahudiler sürgünde bulundukları müddet içinde tüm imkânlarını kendilerini kabul eden ülkenin kalkınması için seferber etmelidirler ve orada uyum içinde yaşamalıdırlar. Bu görüşü savunanların başında Yeni Ortodoksluk “Neo-Orthodoxy” dini akımının kurucusu olan Rahip Samson Raphael Hirsch (1808-1888) gelir. Samson’a göre İsrailoğullarını birleştiren şey toprak değil, Tevrat’tır. Yahudiler her gün Allah’a kendilerini Tevrat’ın rehber olarak alınıp ilahi vahyin tatbik edildiği bir toprak parçası üzerinde birleştirmesi için dua etseler de, Mesih gelinceye kadar bu umudun gerçekleşmesi için herhangi bir beşeri adım atmamalıdırlar. (Judaism,Nationalism and the Land of Israel /sh:86-87)
Öte yandan; Amerikan Yahudileri lideri Mordecai Manuel Noah (1785-1851) Siyon’a dönüş fikrine başka bir açıdan bakmaktadır. Noah’a göre, Yahudilerin Siyon’a dönüşleri zaman alacaktır. Bu yüzden, eski hâkimiyetlerini kurup dünya devletleri arasındaki yerlerini alıncaya kadar, Amerika’da geçici bir Siyon kurulması gerekmektedir. Dünya üzerinde yaşayan 7 milyon Yahudi’nin İsrailoğulları tarihinin en büyük rakamını ve zenginliğini oluşturduğunu öne süren Noah, Osmanlı hakimiyet asasının kırılmasıyla Yahudilerin yanısıra Avrupanın da selamete kavuşağını iddia eder. Noah’a göre, Osmanlı hakimiyetinin yok olmasıyla özgürlüklerine kavuşacak olan Yahudiler(!), Kuzey Afrika’yı zalimlerden kurtaracaklar; Batı Türkiye’de medeniyet kurup, Yunanistan’da ticaret ve zanaatı canlandıracaklardır.
Sözlerinin bir hayal ürünü olmayıp gerçek olduğunu savunan Noah, Yahudilerin yukarıda belirtilen konuma gelebilmeleri için ilk etapta New York da bir ‘Ararat’ isimli bir Yahudi kolonisi kurulmasını teklif etmiştir. Bilahere muzaffer olarak Suriye - Filistin topraklarına sahip olup, devletler arasındaki yerlerini alacaklardır.. (Judaism,Nationalism and Land of İsrael/ sh: 83-84)
Theodor Herzl ve Politik Siyonizmin Yükselişi
Museviliğin sadece bir inanç felesefesi değil, aynı zamanda da bir ulus oluşturacak özelliklere sahip olduğuna inan Moses Hess (1812-1875)ve Dr.Yehuda L. Pinsker (1821-1891) gibi Yahudi aydınları olsa da, Macar asıllı bir Yahudi olan Theodor Herzl (1860-1904) politik Siyonizm akımının babası sayılır. Theodor Herzl Viyana Üniversitesi Hukuk Fakültesinde gördüğü yükseköğrenimini, 1884 yılında Roma Hukuku üzerine yapmış olduğu doktorayla bitirdi. Mezuniyetten hemen sonra Viyana Barosuna kaydını yaptırıp bir süre avukatlık yapan Herzl, hukuktan çok edebiyata eğilimli olmasından dolayı eğitimini aldığı mesleği kısa bir müddet icra edebildi. Avukatlık yapmayı bırakan Herzl, kendini edebiyata verdi. Yazmış olduğu kısa öykü ve piyeslerin daha çok siyasi içerikli olması ve bunların ilgiyle takip edilmesi, kendisine “Neue Freie Press” adlı Viyana gazetesinin Paris muhabirliği yolunu açtı. (The Jewish State/ Sh:28)
Herzl’in muhabir olarak Paris’te bulunduğu sıralar, Avrupa’nın birçok yerinde Sosyal Darwinizm’in şovenist düşünce sisteminden etkilenen milliyetçi hareketlerin zirveye çıktığı ve buna bağlı olarak da Yahudi karşıtı hareketlerin baş gösterdiği bir dönemdir.
Museviler borsa, ticaret ve endüstri alanlarında nüfuzlarını hızla artırmışlardı. İşçi sınıfının gittikçe artan taleplerini karşılamakta güçlük çeken orta sınıf esnaf, Yahudi tekelindeki büyük işletmelerle de rekabet edemeyince, iktisadi etkinliğini yitirmeye yüz tutmuştu.
Milliyetçi Avrupalılara göre, Museviler dünyaya sahip olabilmek için hem Marksizmi hem de Kapitalizmi araç olarak kullanıyorlardı. Dini ve akademik çevrelere göre ise; Yahudiler, içinde yaşadıkları toplumların ulusal birliğini bozan, onların inançlarını yıkıp maddi kaynaklarını kurutan birer mikrop taşıyıcılarıydılar. Sosyalizmin ve Kapitalizmin karakolları olan bu insanlar (Yahudiler) geleneklerinin ve içgüdülerinin dürtüsüyle rahat durmaz, kavgacı, sömürgen bir burjuva ulustu.
Milliyetçi Almanlar, Sosyalizmin fikir babası Karl Marx’ın bir Yahudi olmasının ve Sosyal Demokrat liderler ve kadrolarının Musevilerden oluşmasının ardında sosyal reform yapma fikrinin yatmadığı kanaatini taşımaktaydılar. Hakikatte olay bir taktikti ve Yahudiler uygarlığın temsilcisi Almanya’yı çökertmek istiyorlardı.
Bu konuda Fransız milliyetçileri de farklı düşünmüyorlardı. 1886 yılında yayınladığı Yahudi Fransa “La France Juive” adlı kitabında Edouard Drumont, Rothschildler gibi Musevi kapitalistlerin Fransa’yı parsellediğini açıklıyordu. Charles Maurras ise “Revue” adlı dergisinde Yahudilerin Masonlar ve Protestantlarla işbirliği yaparak Katolikliğin kalesi hükmünde olan Fransa’yı yıkmayı planladıklarını ilan ediyordu. (Filistin Sorunu sh: 18-21)
Herzl’i “Siyonist” Yapan Olay
Almanlar lehine casusluk yaptığı iddiasıyla 4.10.1894’de tutuklanan Alfred Dreyfus adlı yahudi asıllı Fransız yüzbaşısı, 4.1.1895’de harp divanına çıkarılmıştı. Ve Herzl muhabir olarak duruşmaları takip etmekteydi. İnsan hakları beyannamesinin ilan edildiği modern ve cumhuriyetçi Fransa’da, Dreyfus aleyhine elde sabit deliller olmaksızın mahkemenin idam kararıyla sonuçlanması ve 1791’de Yahudilere vatandaşlık hakkı vermiş olan Fransızların bir Yahudinin nezdinde tüm Yahudileri kınayıp Paris sokaklarında “Yahudilere ölüm!” diye bağırmaları, Herzl’i derinden etkiledi. Edebiyat öğretmeninin putperest “Heathen” kelimesini “Such as idolators, Muhammedans and Jews / Muhammed’e tabi olanlar ve Yahudiler gibi putperestler ” diye açıkladığını anımsadı. Kitap kurdu olduğu üniversite yıllarında, okumuş olduğu Eugen Dühring’in “The Jewish Problem as a Problem of Race,Morals and Culture / Bir Irk, Moral ve Kültür Problemi Olarak Yahudi Problemi” adlı kitabında, Yahudileri “insanlık hislerinden yoksun değersiz bir ırk” olarak vasıflandırdığını gözleri önüne getirdi. Kendi kendine “ Dühring gibi bir akademisyen bu şekilde düşünürse, cahil insanlardan ne beklenir” diye düşündü. (The Jewish State 25-26)
Bu mahkemeden sonra, Herzl, bütün benliğiyle kendini Yahudi Sorunu’na çözümler aramaya verdi. Yahudileri hakaretten kurtarmanın yegâne çaresi olarak onları tek toprak üzerinde toplamaktı. Bu fikirlerini Yahudilere yönelik yazdığı bir makalede şöyle dile getirir.
“ Sizler toplumdışı bırakılmış insanlarsınız. Daima haklarınızın, mal ve mülklerinizin elinizden alınacağı korkusunu taşırsınız. Sokaklarda hiçbirşey olmazsa dahi, alay konusu olursunuz. Fakirseniz daha fazla acı çekersiniz. Şayet zenginseniz, zenginliğinizi saklamanız gerekir. Saygın bir meslek sahibi olmanıza tölerans gösterilmez. Hele para ile iş yapıyorsanız yedi kat daha fazla aşağılanırsınız.... Herşey için olduğu gibi sosyalizm meselesinden de sorumlu tutulup suçlanırsınız. Bu durum değişmeyecektir..... Bir tek çıkış noktası var; o da vaad (!) edilen topraklara dönmektir. O topraklarda kemerli burnumuz ve siyah sakalımızla gülünç olmayacağız..... Ve ‘Yahudi!’ lakabı rahatsızlık değil, şeref verecek. Tıpkı Alman, İngiliz ve Fransız olduğu gibi.” (Original Sins sh:38)
Herzl, Yahudi sorununa çözüm olarak düşündüğü vaad edilen toprakların nerede olacağını bilmiyordu. Yapılacak coğrafi bir tarama sonunda vaad edilen toprakların yerinin belirleneceğini söylüyordu. Rothschild’e yazmış olduğu bir mektubunda “Dönüş topraklarının (arz el Miad) özelliklerini size şuan sıralayabilirim; ancak nerede olacağını belirleyemem. Çünkü bu mesele kesin olarak ilmidir” diyen Herzl, mektubun devamında Yahudi Cemiyeti teşkil edildikten sonra toplanacak olan konferansa bazı Yahudi coğrafyacıların da davet edileceğini ve Yahudi olduklarından dolayı samimiyetine güvendiği bu alimlerin yardımıyla hicret edilecek toprakların coğrafik yapısı ve iklim durumu konusunda gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra dönüş toprakları üzerinde kesin karar verileceğini, daha sonra ise toplu hicretin sağlanması için gerekli diplomatik girişimlerin gayet maharetli bir şekilde yürütüleceğini söyler. (Diaries sh: 68)
Tüm dünya Yahudilerinin aynı ırktan geldiklerine inanan Herzl, aynı ırktan olan insanların bir çatı altında toplanması gerektiğini düşünüyordu. Bu da ancak bir devlet sahibi olmakla gerçekleşecekti.” Biz bir devlet hem de örnek bir devlet kuracak kadar güçlüyüz. Bu amaç için gerekli beşeri ve maddi her türlü malzemeye sahibiz... Bir ülkenin tüm haklı ihtiyaçlarını tatmin edecek büyüklükte dünya üzerinde bir yörede bize egemenlik verin, gerisini kendimiz karşılarız” diyerek Musevilerin bir ulus meydana getirecek ve bir devlet kurabilecek özelliklere sahip olduklarına dair inancını dile getiriyordu. (Filistin Sorunu sh:34)
Herzl’e göre, Yahudi problemi ne dini idi ne de sosyal. Problem, Yahudilerin milli problemiydi. Çözümlenmesi içinde meselenin uluslararası politik sahaya aktarılması gerekmekteydi. Karşı karşı kalınan Yahudi Probleminin tek çaresi, dünya Yahudilerinin toplu halde göçünü sağlamaktı. Ve bu göç için gerekli olan siyasi desteği ise büyük güçler temin etmeliydiler. (A History of İsrael sh:40)
Göç edilecek ülke henüz belirlenmiş olmasa da bu konuda Herzl iki ülke öneriyordu: Arjantin ve Filistin. Bu ikisi arasında seçimi ise Yahudi halkının kendisi yapacaktı. (The Jewish State sh: 95-96)